Pazartesi, Mayıs 11

Ülkücülüğümden Bana Ne Kaldı?

Mürekkep yalamış arkadaşlarımdan bazı yazılarımı eleştirmelerini isterim. Kısa ve devrik cümlelerle dinamikleştirilmiş, akıcı, vurucu bir üslubu benimsediğim bir yazıda "biraz Nietzche, biraz Cemil Meriç" demelerini beklerim mesela. Onlar "Bıçak sırtı bir yazı, fazla solcu, tepki çeker" derler. Ben -varsa- üslubumu merak ederim, onlar içeriğe bakarlar. Kategorizasyon da buna göre olur, hangi konuda yazarsan yaz; solun sağın, faşistin komünistin, ülkücünün dincinin, ne kadar yafta varsa konjonktüre göre, lidere göre değiştiğini, bu sınıflandırmaların düşünen adam için muteber olmadığını anlatamazsınız.

Size göre Ayn Rand da okunmalıdır, Marx da. Ama bu yönde gayreti olmayan insan için bu arayış rasyonel değildir. Bir safın/sıfatın güvenli çerçevesine sığınmak çok daha kolaydır.

Lakin siz de, çerçeveleri, "başkalarının ideolojileri"ni (fikre giydirilmiş deli gömlekleri, hepsi de Avrupalı), 'geçen yüzyılın ölüm ve katliam bahaneleri'ni aşmadan önce, tarihi ve insanı anlayarak okumadan önce, bu yollardan geçmişsinizdir. Akıldan çok gönül ve heyecanla bir akıma (fikre) /gruba (aksiyona) bağlanmış, kendinizi bir ideolojiyle ifade etmişsinizdir.

Evet, ben ülkücü idim. Tam da yeni çağın gerektirdiği "bilgisayar çocuğu" iken, Türkiye'de bilgisayarın doğuşuna öncülükle şahitlik etmenin keyfini yaşarken, bir büyük deprem beni başarılı ve mutlu çocukluğumdan, asi ve huzursuz gençliğime taşıdı. Siyaset ve kavga, tam yerine düşmüşüm! Zaten bayılırdım Ömer Seyfettin hikayelerine, Türk'tüm de. Konya'da başka ne olacaktım, nurcular mıy mıy, solcular dinsiz (ve çok okuyorlar), arkadaşlar ülkücü, ailede 80 öncesi ülkücüler var, 99 seçimlerinde halk MHP'yi deneyecek gibi görünüyor... Bizim basitliklerimiz, yeldeğirmenleriyle dövüşümüz tüm grupların basitliğiydi aslında. Lafta Amerikan sigarası içmeyip, Samsun taşıyıp yoldaşlardan Marlboro otlanan solcudan farkımız yoktu. Herşeyimiz aynıydı, ancak biz cumaya giderdik. Ozan Arif'le başlayan rakılı akşamlarda, alkol seviyesi yükseldikçe "hain"leşir (aslında doğru yolu bulur:) Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya kasetleri takardık. Lakin bu vatanın evladı bölücü Ahmet Kaya'yı dinlememeliydi bize göre. Niye dövüştüğümüzü bilmezdik. Ocakta reis saçmasapanlığını benim bile anlayabildiğim tezler anlatırdı. Ve onlar hep olay yerine iş işten geçtikten sonra gelirdi. Ama biz kahramandık, arkadaştık.

Dayım Şırnak'ta ve Kuzey Irak'ta savaşmıştı 96'da. Benim için büyük kahramanlık! Ve 2000'ler, ismimin de aslında Kürtçe olduğunu öğrenip aklımın başıma geldiği yıllarda, bir lise sınıfındaki 10-15 öğrencinin parmaklarından kan akıtıp kağıda bayrak çizmeleri, GKB Büyükanıt'ın da bunu ciddiye alıp çocukları GK'da ağırlaması haberine bakarken, aynı haltı kendim ettiğim yıllar gelecekti aklıma. Engin Ardıç'ın meseleyi muhteşem özetleyen "isteyen parmağını keser isteyen pipisini, bize ne!" yazısı da mahçubiyetime tuz biber ekecekti.

Nefret değil cahillik ve gurur kökenli bir ırkçılığım, saf köylü aşkıyla toprak sevmekten ibaret bir vatan aşkım, fedakarlık erdeminden gelen milliyetçiliğim ve yiğitlik gösterisi asıllı bir militarizmim vardı. Aklen değil, kalbendi. Bir kütüphanede Atsız kitabından rastgele açtığım bir bölümde gördüğüm "milliyetçilik ve savaş istiyoruz! kan istiyoruz!" hezeyanlarına kadar.

Zaten benim kıt düşünce ve bilgimden gelen ifadelerimden, jargon farkını kazısanız, rahatlıkla bir solcuya, bir dinciye vs. söyletebilirdiniz. O zaman bile anlamı yoktu bu kalıpların. Sonuçta ezilmiştik, birşeylere isyan ediyorduk, ama aslen hiçbir şeye değil!

Kafamda da hep o işgal senaryosu, bir gün memleketi işgale geldiklerinde, o çok konuşan egemen zevat gene işgalcilere balo verecek, memleketi kurtarmak biz vatan evlatlarına düşecek, biz de intihar komandosu terörist olacağız! Zaten işgal altındaki memlekette yaşayacağıma ölürüm daha iyi!

Yani o 89'ların darbe mazlumu, İslam'ı kullanmayan ama %100 uygulamasa da kalben Anadoluca benimseyen, memleketi -esasında milletini- gönülden seven, halkçı Bizim Ocak yazılarındaki hava gibi ülkücüydüm ben. Anti-komünist ABD fonlamalarıyla, faşizan devletle yatağa girip, müesses nizam koruyuculuğu adına, kimi akçeli profesyonel, kimi kandırılmış tetikçi-soğuk yapıyla alakam yoktu.

Bu duygusal tortunun şimdiki anti-militarist, liberal, sol vs. düşünce ve ifadelerimle, aklımla çelişmeden hep içimde bir yerlerde saklı olduğunu, hiç değişmediğini düşünürüm. Korkularımızın arkasındaki egemen çıkarları görmüş olmanın, bilinçlenmenin o duygu tortusunu -esasında vatanseverlik- değiştirmediğini bir yerlerde hissederim. Belki de Bursalı olmadığım halde Ulucami'ye atılması muhtemel bir işgal füzesini görmemek için ölebilme mantalitesidir, saflığıdır saklı olan. Ona buna, kemalizme, (militarist) cumhuriyete, hiçliğin rejimine, resmi propagandaya, oligarşiye ve çıkar odaklarına alet olmaktan uzakta, Osmanlı hatırası (sağcı aydına "bekçi köpeği!" diyen Cemil Meriç'in tüm fikirsel aşamalarından sonra "sadece Osmanlıyım" demesi ve aslında fikirsel ve duygusal olarak değişim geçiren gerçek aydınların temel çıkarımlarda hep tutarlı kalması gibi), aile ırzı, köyün şerefi, ailenin, akrabanın, komşunun ve tüm küresel dünyalılık ve üçüncü dalga mülahazalarının ötesinde "memleketin" namusu için ölebilme duygusudur, 20. yy.da kalsa da, saklı kalan. Abdülhamid'e ulu hakan demek, İttihatçılıktan nefret etmek, yine de Karabekir'e hayran olmaktır bana benim ülkücülüğümden baki kalan.

Allah ülkücülüğün bedelini yıllarca hücrede ödeyen ve liberal/solcu aydınlarla barış toplantısı yapamadan ölen Muhsin Yazıcıoğlu'na rahmet eylesin.

Şimdi bu cümleyi yazdım diye bir kalıba girmiş olacağım ve solcu arkadaşlarım kızacak. Ama bir dakika beyler, ben Demirel değilim ki, bizden 3 onlardan 3 budalalığıyla Denizlerin ölümüne parmak kaldırayım. Hepsini kılıçtan ve işkencehaneden geçiren aynı güçtü, farkındayım. Ve bu gücün karşısında, hiçbir kalıba girmeden, kendim için, halkım için, insan için düşünüyorum.

Ülkücü zamanların çakma hümanist kaleminden mutedil bir yazıyı da virgülüne dokunmadan bonus olarak koyalım:
(2005)

***

Kalıplardan Kurtulmak

Cocukken en saf ve masum duygularimla babamla tartisirdim : "Isciler sabahtan aksama kadar calisiyor,butun isleri onlar yapiyor,siz onlardan daha fazla kazaniyorsunuz" Babam her seferinde gayet aciklayici cevaplar verirdi : "Benim orda bulunmam yeter,onlari yoneten ve organize eden benim,hem ben ne zorluklar icinde kendi cabamla okudum..." Evet babam hakliydi,esasinda o isveren de degildi,mak. muh. ambalajli,isveren vekili lakapli,"evet efendimci"olmadigi icin mudur yapilmamis, yillarca emegi ve teknik konulardaki ustunlugu somurulmus bir "isci"ydi aslinda (malum,is kanununa gore ezici cogunlugumuz -ne kadar kalifiye olsak da- boyle "isci" olmak icin okuyoruz!) ... Bense babamin beni ciddiye alip sistemin gerceklerini acik acik anlatmasina ragmen her seferinde yine ayni saflik ve masumlukla ayni seyleri dusunurdum... "Bir insan o asgari ucretle ailesini nasil gecindirir?" Cocuklugumun en guzel hayalleri olan Mustang ve Ferrari'yi o harikalari hak etmeyen ici bos mirasyedi zibidilerde gordukce "mulkiyet" kavramina ve "neden ayni anda dogan iki bebegin kaderi arasinda bu kadar fark olabiliyor" sorularina, sosyal problemlere, savaslara, ezilenlere, insanligin %90'ının batıya calismasina, bazi "buyuk" devletlerin kendisi nukleerin,haksizligin en alasini yapip bizim gibi ulkelere "silahsizlanin, medeni olun, insan haklari..." ayaklari yapmasina takiyordum... PEKI SIMDI BEN SOLCU MUYUM?
Heyecanli ve atilgan bir delikanliyken,"ben TÜRKÜM" der gogsumu kabartirdim, anne ve baba tarafimin da milliyeti gectim, irk ve soy acisindan da tamamen "Turk" olmasi benim icin bir "asalet" gostergesiydi. Neredeyse, cekik gozlerimle,kemerli burnumla,"Türk tipi" kafa yapimla ve "Turk gibi kuvvetli" bunyemle gurur duyuyordum.(Bir de ela gozlu olsaymisim tam Turk musum be :) Malum kitaplari,tarihi,siirleri okuyor ve duygulaniyordum... PEKI SIMDI BEN MILLIYETCI MIYIM? Bazen de "ulan biz insaniz, ne irki ne kani, suurdur onemli olan, insanliktir,hepimiz kardesiz" filan derdim "Elimde guc olsa tum Kurd irkini yok ederdim" diyen irkci-fasist arakadaslarima... Bazen de HUMANIST oluverirmisim demek ki...
Almanya,Guney Kore,ABD,Malezya,AB ulkeleri,kapitalizm,muhafazakarlik, milliyetperverlik,maneviyat,Turk-Islam,millet icin devlet gerceklerini kabul ederdim. PEKI SIMDI BEN SAGCI MIYIM?
Heyecanli delikanlilik donemimde "devlet gorevi" yada "kutsal devlet" icin olmek de benim icin onurdu. Yoksa DEVLETCI MIYIM? Adams'in fikirlerini seviyor, gelismis ulkelerle Rusya,Cin,Kuba ve Kuzey Kore'yi karsilastirdikca hakli buluyor, hosgoruyu ve birey kavramini onemsiyordum. LIBERAL MI OLDUM SIMDI?
Vatanseverligimi bos laflardan degil,"Sizinle savasanlarla Allah yolunda siz de savasin ama asla asiriliga kacmayin" ve "Yurtlariniza sizi cikarmak icin geldiklerinde onlara karsi kendinizi savunun"dan aliyordum. Allah, Peygamber kavramlari benim icin birseyler ifade ediyordu.. Ateizmi ozgurluk olarak goren arkadaslarim vardi, bense big bang'le yaratilis gercegini ortustururdum.. SIMDI BEN DINCI MIYIM? O nasi laf oyle, kul ile Yaratici arasinda olan din pazarlanip satilir mi?
En buyuk geri zekalilik, bu kaliplardan herhangi birine koru korune baglanmak, ezberlediklerinden baska seylere bastan hayir demek, baska insan ve dusuncelere saygi gostermemek, bagirarak yada demagoji yaparak hakli cikmaya calismak, okumayarak,ogrenmeyerek "kucuk" kalmak ve kendini gelistirmemektir.
2. en buyuk gerizekalilik ise bazi "atesi elleriyle tutmayacak kadar akilli" olan insanlara "masa" olmaktir...
Kahrolasi kaliplar, kohne ve bitmis ideolojiler, herkesin bildigi seyler benim zekami, yaraticiligimi,bilgimi hapsedemez ; hicbir sifat beni ifade etmeye yetmez...
Birtakım sozcuklere "-ci,cu" (yada "-ist") eklenerek olusturulmus sifatlarla "oz" anlatilamaz... Mesela "mumcu" mum demek degildir...
Esas olan,sevgi,saygi,hosgoru,baris,umut,mutluluk,erdem,durustluk,ahlak,insanlik....

Hiç yorum yok: