Pazar, Eylül 13

Optimistik Pazar

...

Geç kalktım.

Biraz alayına isyan müziği dinledim, bol beat'li rhyme'lı olanından.

Pazarları yalnız kalkılan yaşam tarzına geçmeye çalıştığım için, kendimi ödüllendirdim, Pazar sabahına bulaşık bırakmadım, temizlik memizlik de yapmadım, tişört katlarken yirmi küsür yıllık öfkemi D12 konserinde sahnede kustuğumu hayal ettim.

Gazete almaya giderken hanginiz bu kadar güzel bir denizi görüyor ha? Deniz bugün açık maviydi. Hava kapalı ama sıcak. Kışın da bu denizin bir yere gitmeyeceğini, yine benim kalacağını bilmek bana mutluluk verdi.

Gazete, dergi falan aldım, insana dönüşmek için. Sabah Kafka yüzünden böceğe dönüşmüştüm.

O kadar güzel bir gün ki, şirket hattım hiç çalmadı. Ben istersem, kendi hattımdan, zamanında kendim seçmiş olduğum, hiçbir çıkar sözkonusu olmadan çok şey paylaştığım arkadaşlardan birini arayabilirdim. İşyerinden verdikleri bilgisayarı işyerinden verdikleri arabada bıraktım.

Emekli komşu gene muhteşem şortuyla bahçedeydi. Nevaleyi gördü, evden çıkmicaan anlaşılan dedi. Dedim napayım be yaaw her gün dışardayım?

Şimdi şu self-teşhir alanı haline getirdiğim yere bunları yazıyorum. Hayat ne güzel lan. Huzurluyum. Yarın büyük planlarla gittiğim ama hep aynı cümleyle karşılaştığım "ariyeli gaça sattirecaaan ağbey" yere gideceğim, ama yarın. Bugün değil. Bugün özgürüm.

Bugün Kazım Karabekir'in yaşadıklarına tanıklık edebilirim, Sartre, Camus, Rolland, Tahir ... bunlarla halvet olabilirim. Dergi okuyabilirim. Film izleyebilirim. Müzik zaten her daim açık.

Oruç olmasaydım koşuya da çıkardım bugün.

Babamın yirmi küsür yıl boyunca her pazar dediği gibi, "yarın işbaşı". Ama yarın. Bugün değil. Bugün güzel bir gün.

Bugün hiçbir şeye isyan etmeyeceğim. Acaip keyifliyim ben bugün. Güneşe çıkardım kendimi sanki bugün.

Babam mı? O 77'de Kamhi'lerin Düzce'de kurdukları atölyeye girdi seksenlerde. Düzce hikayemiz böyle başlar. Babam çok doğru bir adamdır, pat diye söyler doğruyu. Eyvallahı yoktur. Yıllarca leş gibi iş gömlekleriyle geldi babam eve. Gece yarıları işe çağırdılar. Adapazarı'na götürmüştü bir kere beni, Toyota'daki embesiller bir şeyin ölçüsünü almayı becerememişlerdi. Bir kumpasla on dakikasını almıştı babamın. Velhasıl, o fabrikayı atölyeden alıp Avrupa'nın bilmemkaçıncı otomotiv yan sanayi şirketi haline getiren adamlardan biridir benim makina mühendisi babam. (Diğerleri de birkaç mühendis ve birkaç sadık ustabaşı) Lakin dedim ya, eyvallahı yoktur. Şef başladı, şef bitirdi yirmi küsür yılı. Stajerleri müdürü oldu. Lise mezunu ispiyoncular, yönetimin ajanları babamın üç katı maaşlar aldılar. Dil bilmeyen adamları İngiltere'ye kursa yolladılar. Babamın emeği üzerinde yükselen muhteşem karları, primleri, maaşları çatır çatır yediler, babam hep babayı aldı. O yirmi küsür yılın sonucu okumuş çocuklar, bir ev ve bir araba oldu. Villalar, makam otomobilleri, yazlıklar, yurtdışında evler, yurt dışında okumuş çocuklar falan müdürlere, direktörlere, ve onların adamlarına kaldı. Nihayet Kamhi dev fabrikayı Amerikalılara sattı. Amerikalılar yeni direktörler atadı. Yalakalar fırıldak gibi yeni yönetime döndüler. Yirmi küsür yıl fabrikanın kaymağını yiyen direktörler kovuldu. Babam onlara mail yazdı, size, bunca yılın haksızlığına binaen hakkımı helal etmiyorum, dedi. Hamid bey şaşırdı, anlayamadı babamı. Yeni direktör ve müdürlerin ilk işi makam otomobillerini yenilemek, yönetici başlangıç maaşını 8 milyardan 10 milyara çıkarmak oldu. Ve işçilerin dört kap yemeklerini üç kapa indirdiler. Kauçuk esaslı fabrikalarda zehirlenmelere karşı mecburi olan yoğurdu kaldırdılar. Bunları üst yönetime tasarruf tedbiri olarak sundular. Babam daha fazlasına şahit olmadan emekli oldu.

Bugün pazar. Bugün güzel bir gün.

Yarın işbaşı ama siktir et.

...

Jus' Understand Those Poor "Salespersons"

...

Yazık lan.

Üniversite okumuş, askerliğini yapmış, Sarar marka cicilerini giymiş, efendi efendi sana boktan Citibank'ın boktan kredi kartını itelemeye çalışıyor. Kendisi de trajedinin farkında, lakin çaresiz. (bkz. işsizlik)

Bir diğeri, gelişmişliği dövizin yasak olduğu dönemlerde kalmış tiplere Bireysel Emeklilik Sistemi kakalama derdinde. Umutsuz.

Kimi de ilaç pezevengi. "Reprezant."

Rüşvetler, yalvarmalar, küçülmeler, iltifatlar, suya gitmeler, gaz almalar, gaz vermeler.

Ne sosyal insanlar ve ne zor bir iş yapıyorlar (resmen nefis terbiyesidir meram anlatmak, birşey "satmaya" çalışmak çünkü klasik anlayışta satıcı erkektir (ofans) alıcı kadın (defans), o halde alıcı kollamalıdır kendini ...; işbirliği, kazan-kazan falan hikayedir) değil mi...

Laf ebesi bunlar canım, kazıkladıkları adam başına prim alırlar, beter olsunlar. Satıcı karakteri, sahtekardır zaten. "Memur dürüstlüğü" ne gezer bunlarda, değil mi mirim?

Kazın ayağı öyle değil işte. Lanet edersin karşındaki adama eyvallah ederken. Mecbursundur, üç kuruş maaş artı prime "çok şükür iş bulmuşsundur."

İç dünyalarında nelerin koptuğunu düşündünüz mü, kendinizi onların yerine koydunuz mu?

Ben mi?

Ben deterjan, diş macunu, şampuan, bebek bezi, hijyenik ped, pil, tıraş bıçağı vs. sat(tır)ıyorum anacığım.

Herhangi bir mağazaya gidip bu tarz ürünlerden en pahalıları alırsanız (yaşasın smart pricing!), "bizim şirket"e çalışmış olursunuz. Kaliteli ürünler ama, valla bak. Hepsi kategorisinde lider, reklamlarda sabah akşam izliyorsunuz çoğunu.

Yada almayın, banane. "Bizim şirket" artık müşteri temsilcilerini distribütör bordrolu olarak alıyor. Biz bu operasyonun ilk askerleriyiz. İki arada bir derede geçinip gidiyoruz. Şirketin elemanıyız fiilen, şirket eşek yüküyle maaş veriyor (kendi bordrolularına). Distribütörse onun yarısını verip primle kazandırıyor (kendi elemanlarına); biz her şekilde babayı alıyoruz.

...
Çok çalışıp az kazanmaya devam eden, kalitesinden, dürüstlüğünden ödün vermeden, her türlü haksızlığın kahredici farkındalığıyla (bu kelimeye de fena sardırdım hacı) omzunu silkip, hayata inat herşeyle taşşak geçmeye, işini iyi yapmaya ve dudağının sağ yanına acı bir gülümseme kondurup yürümeye devam eden tüm arkadaşlara selam... Gelecek bizimdir, birbirinin yüzüne gülüp arkadan kuyu kazan, üstündekini hoş tutmayı iyi bilen göt-öpücülerin değil... Onlara hediyem, Eminem & Korn & Limp Bizkit & Kid Rock 'tan gelsin: Fuck Off.

Cumartesi, Eylül 12

Çakma İyimserlik


...

Başım ağrıyor, iftara yetişemeyeceğim, basıyorum.

Sanayi tarafından Samsun'un girişindeyim, sağım deniz, solum tepeler.

Belediye evleri kavşağında İstanbul'u anımsatan bir tıkanıklık. Kaza olmuş, iftara yetişemeyeceğim kesinleşti.

Başağrım açlıktan değil, stresten, kırgınlıktan, öfkeden, talihsizlikten ... yani kötümserlikten.

Birden bir serinlik hissettim. Camı daha da açtım, bangır bangır radyonun sesini kıstım. Denize ve muhteşem bir görünüm oluşturan gökyüzüne baktım. Tuval gibiydi.

Eylül ayının en sevdiğim ay olduğunu düşündüm. Tişört - gömlek takılıyorsun, akşamlar sabahlar serin. Gece sahil senin.

Bir an işi unuttum, hayatımın, insanların ve hayatların ne denli haksızlıklarla dolu olduğunu unuttum.

Öyle durdum. Zaten trafik de ilerlemiyordu.

İyiyim dedim kendi kendime. Geç kalacağım yalnız iftarın çıkışında rast geleceğim o rüya şirketin bölge müdürünün de diyeceği gibi işimde ve karakterimde iyi değil; acılarımı, sıkıntılarımı hiç belli etmeyip, her daim sağlam görünme iyiliğinde değil, hakikaten iyiyim, sadece iyiyim, diye düşündüm.

O an kaderin beni inişlerle çıkışlarla bir yöne doğru sürüklediğini hissetmemeyi, hayatın mantığında şans mantıksızlığının da yer tuttuğunu düşünmemeyi başardım.

O an, huzurlu, serin, ferah, nadir ve kıymetli bir andı.

O an sadece ben, deniz ve gökyüzü, o anın derinliğinde, o anın serinliğinde durduk; ve o mavi an öylesine serindi ki, üşümeye başladım.

Ve sonra klimanın açık olduğunu fark ettim...

Beni siktir edin. Beni alıp nefes alabileceğim en yüksek zirveye koysalar, ben gene konuşacak birşeyler bulurum. Nasıl baktığınız önemli.

Sizin klimanız her daim açık olsun, siz yeter ki onu fark edip büyüyü bozmayın.

...

Perşembe, Eylül 10

Başarısız Satıcı


...

Trajik bir hayalperestsin sen. "Karşı" bir adamsın. Şükretmeyi bilmiyorsun. Kontrolsüz bir istekle birşeye bağlanıyorsun, elde edemezsen acıyla türküsünü çağırıyor, elde edebilirsen hemen tüketip bir başkasına göz dikiyorsun. Tüm bilinçaltın, o eski başarılı zamanların -kaybettiğin- duygularına özlem ve arayış üzerine kurulu. Parlak geleceğinin onaltı yaşında senden alındığını düşünüyorsun. İngilizce öğretmenliğinden, sonra bilgisayar mühendisliğinden, sonra makine mühendisliğinden vazgeçip... nihayet o "top" üniversitelerden vazgeçip hasbelkader İzmir'de İşletme okudun. Boktan bir tekstil atölyesini ayağa kaldırıp KOBİ devrimi yapmaya kalktığında 23 yaşındaydın. Sonra torpilsiz girilemeyen lider perakendeci M'ta yönetici olarak başladığın günler. Toyota Motor Europe hayalinin direkten dönmesi ile M'tan da kopuş. Sonra hızlı tüketimin "gülleri" U ve P'a göz dikmen. Talihsizce ikisinin de olmaması, işsizlik günleri. Derken iki arada bir derede bir pozisyon daha. Sen satışçı mısın? Ne münasebet. Lakin, gelecek var işte, "çok şey öğrenebilirsin". Kaç senedir "çok şey öğreniyorsun?" Kaç senede kaç sene eskidi 25 yaşını dolduran kalbin? Dene bakalım. Hem o eleştirip durduğun "iyi çocuklar"ın arasına girdikçe, senin de -hala- en az onlar kadar zeki olduğunu görüp kendinle çeliş, ayrımcılık nesnesi "top" okulların "label"dan öte bir boka yaramadığını -aslında çok şey kaybetmemiş olduğun tesellisi ile- anlayıp o eski günlerdeki parıltılı havayı içine çek. Ama isyan ve gerçek dünyanın çıldırtan farkındalığı da bırakmasın peşini. Yada git bir yerde bölge müdürü ol, bir adım daha at hadi. Onun da tadını al. Ak düşsün saçlarına başarısızlığa, başarısız insanlara ve kendi total başarısızlığına tahammül edemezken. İşler mükemmel yürüsün isterken. Stresle, kaygıyla, sıkıntıyla yatağa girerken. Tüm bunların da bir bok olmadığını gör. Direktöründen CEO'suna, kendi imparatorluğuna kadar. "Zirve"nin de hiçbir manevi anlamının olmadığını anla.

Parada pulda gözüm hiç olmadı. Bir sıcak çorbayı sonradan görme zengin karı görgüsüzlüklerinin alayına değişirim. Hırslı mıyım? Hayır.

Köpek gibi istiyorum ki, sadece ama sadece, özgürlüğüm olsun. Gezeyim ben, öğreneyim. Yazayım, okuyayım. Çizeyim. Gene yazayım. Hayvan gibi yazayım. Günde on saat yazayım.

Valla tembelliğimden değil. Günde beş saat uyuyacak kadar okuyayım. Her ay farklı bir kıtayı tanıyayım.

İçinde maddi-ticari-yönetsel vs. stres olmayan bir iş, ne bileyim, hayatımı idame ettirirken tüm özümle sevdiğim şeyi yapmamı ne sağlayabilir?

Yazarlar, radyo programcıları, sanatçılar, tasarımcılar, yapan, eden, -keyifle- yaratan insanlara o kadar özeniyorum ki...

Şu başağrılarımla, kitabımı kahvemi bile ertelemek zorunda kalıyor, yarın özel hayatımda beş dakikamı vermeyeceğim alım satım insanlarına ne satacağımı planlamam gerektiği kaygısıyla hiçbir şey yapmadan öyle duruyorum.

...

Pazar, Eylül 6

Yalnızım...


...

Benim hayatımda Olric yok.

Melek yok.

Tyler hiç yok.

O kadar yalnızım ki...

Çevremde yalnızca gerçek insanlar var.

...
Sırasıyla; Tutunamayanlar, Yeni Hayat ve Fight Club.

Perşembe, Eylül 3

Aynı Bokun Soyu...


...

İran denen ülkede, iki kadını din değiştirmek "suçundan" idam edeceklermiş. Evlerine yapılan baskında polis İncil "yakalamış", şu an günde 5 kez ezan vakitlerinde kırbaçlanıyorlarmış, aileleri ile görüştürülmüyorlar, çok az miktarda yiyecek ve su verilip yaşam kaliteleri düşürülüyormuş. "İtaat edene kadar" aşağılanmaları sürecekmiş.

Bunu yaptıran kanun ezici çoğunlukla kabul edilmiş.


İşte al bunu, vur insan hayatının bozukluk değerinde olduğu Çin'e, vur mafyatik Rusya'ya. Vur Kuzey Kore'ye. 40'ların Avrupa'sına kadar gidersin.


Hepinizin ben ...


...