Pazar, Temmuz 25

Whatever

...

Gitmek bazen iyidir hesabı al yolunu yolarkadaşını bulmuşken, kararan hava eşlik etsin passionate kavgalarınız ve smooth barışmalarınıza.

Sel-fırtına, orman-deniz al yolunu.

Uyan ve bir yalnızlık fırsatı bul. O an bunu yazmayı düşün:

"Siktiredin güney'i, batı'yı. Gelin sizi kuzey'e götüreyim.

Biraraya gelmiş üç-beş çam bulun, istisnasız denize bakanlardan.

Ses olarak denizin kayaları yalayışıyla, çam uğultusunun kalmasına kadar bekleyin. Deniz kokusunu çamdan ayırt edin.

Gözlerinizi kapatıp o an orada olduğunuzu hissettiğinizde, 'Serkan has çocuk, iyi adam.' deyin."

Değişiklik iyidir, o an mutlusun, buna ihtiyacın vardı. Soran olduğunda "Bugünü çoktan amorti ettim. Mutluyum. Şu andan itibaren ne yaparsam üstüne koymuş olacağım. İyi ki gelmişim. İyi ki varsın." de.

Sonra üstüne birkaç saat, birkaç doğa harikası daha koy.

Ve bir gece daha kalabilecekken, gece yol seni geri çağırsın, al beni diye, uy ona.

Yol çalışmasını fark etme. Jeep misin koçum. Çalışmıyor, motor arızası. Polis, çekici. Sabaha karşı ev.

Özüne dön yine. Lakin hayat, senden ne gelirse gelsin güzel be. Alnımdaki karıncalanmayı engelleyemesem de.

Herneyse...

...

Cuma, Temmuz 16

Keyfiyet-ül Ürkek

...

Yaşam adı.
Yaşam, evet.
İsmine inat,
Yirmi sekiz Şubat,
Bir katl, bir vefat.
Kendisi, hep kendisi,
Tam yirmisekiz yıl.
Şubatta ölmek zor,
İlk ve sondu, sor,
Var sayıl.
Dı.

Marifet az verip,
Çok almak,
Bilemedi Yaşam'
In suçu,
Saf kalmak.
Tı. Ve kaldı da.
Yirmisekizinde,
Gözü kaşı,
Darmadağın da olsa var artık,
Hep olmak istediği gibi dimdik,
Taşı.

Yaşam adı.
Geç kalınca güldüler koşamadı.
Kötü yaşarım korkusuyla o hiç,
Yaşamadı.

...

Cuma, Temmuz 2

Evler


Akşam dar attığımda yine kendimi dağınık evime her zamankinden azıcık farklı bir manzarayla müşerref oldum, anahtarlarımı koyduğum yerdeki Migrosçuluğumdan beri kullanmadığım boş el çantam sanki karıştırılmıştı. Evdeki bu tek farklılık bi bokluk olduğuna işkillenmeme yetti. Yine de sadece "?" dedim.

Cebimdeki bozuklukları her zamanki gibi -yine zamanında non-food envanteri yaparken farkına varıp kendi mağazamdan satın aldığım- araba şeklindeki kumbarama atacakken fark ettim aylardır boşaltılmayı bekleyen kumbaramın yok olduğunu. Üç senedir farklı şehirlerde olsa da aynı masanın üzerinde duran kumbaram artık yoktu.

Üzücü olan, siz yokken birinin sınırsız bir cüret ve güvenle özelinize girmiş, umarsızca didiklemiş, sonra da kapıyı çekip gitmiş olması.

Yoksa bunları karaladığım 5 yıllık notebook'ta, neredeyse bir yıldır açmadığım televizyonda, kitaplıklarımda, en önemlisi özel eşyalarımda bir halel yok, olmaz da kolayından. Pahaları yok ki hiçbirinin.

Hırsızın benden alabildiği, sadece "bozukluklarım" olmuş.

Bana verdiği ise, sabah sabah daldığım gelmiş geçmiş tüm "evlerimi" düşünme seansım. Bence ben kazançlıyım.

Yalnız olmadığım evler : Doğduğum ev, kerpiçten, müstakil, bahçeli, samanlıklı, tavuklar, eşek, ben doğduktan on sene sonra betonarme. Yeşilova'da üç yaşındayken sık sık kaybolduğum, keyfime göre kahveye falan gidip mahalle amcalarına çay ısmarlattığım zamanları, kaldığımız evi ise hatırlamıyorum. Sonra Konuralp, kira, seksenler, ev sahibimiz yaramazlığıma kızardı, kolum sargılı, incitmişim, ilkokulda kurdele. Düzce, 90 metrekare, kendi evimiz, doksanlar, Anadolu Lisesi, herşeyin çok güzel olduğu zamanlar, çocukluğum. Deprem.

Yalnız olduğum evler : Mecburen koparıldığım mutlu çocukluğumun asi ve agresif bir ergenliğe evrildiği 6 ay kirada oturduğumuz ev, sonrasında kendi inşaatımıza geçtiğimiz, annemlerin 10 yıl sonra emekli olduklarında gelip taşınacakları, şu anda oturmakta oldukları ve benim hala nefret ettiğim ev, şehir. Amcamlarla yaşıyorum ama yalnızım. ÖSS. İzmir. Annemin prefabriklerden komşularının çocukları da İzmir'i kazanmış, Düzcelilerle çıkılan ev, Evka-1'de. Sonra kendim çıktığım 1+1 ev. Sonra Fatih'le çıktığımız Kürt Fuat'ın evi. Sonra Şirinyer, Fatih'le iki yıl izbe bir yerde yaşadık, dibi birlikte gördük, paylaştık. Askere belediye otobüsüyle gidiş. Sonra Samsun. Eşyalı ev. Ankara. Batıkent'te müstakil. Tekrar Samsun. Atakum. Hala burdayım.

10 yıl dile kolay, 26 yıllık hayatın 10 yılı.

Penelope'nin eşyalı 90'lardan kalma evindeki gibi ben de saat tıkırtısı falan mı istiyorum? Çiçek yahut kanarya. Beni bu eve bağlayacak birşeyler.

...

Resim: Üsküdar'da bir ev.

Perşembe, Temmuz 1

Yaban

...

Sabah işyerinde klozete oturduğunda yöneticiliğin neden ona göre olmadığını bulmak üzereydi, "adam yönetmek"le işi yoktu, ne iktidar oyunlarına müdanaa edecek mecali/kompleksi vardı, ne salağa yatana tahammülü.

Yoğun gündem planlamalarının yarattığı ne yapacağını bilmezlik boşluğunda yine acınası bir kararlılıkla -işine burnunu sokmaya iyice başlayan- müdürünü dinledi, herşeyin en iyisini o bilmiyordu.

1 yıldır sesini unuttuğu bir arkadaşının sesiyle neşelendi titremekli sesi, o an total başarısızlığı unutup eski günlerin gücüyle konuştu telefonda.

Ve en iyi bildiği iş, artis artis konuşmak. Kusura bakmıyorsun değil mi yeni eleman, şu terimleri mümkün olduğunda Türkçeleştirmeye gayret ediyorum ama, kulağın da alışsın isterim.

Sonra, sonrası yağmur, yarın sabah bir arkadaşınla yürüyeceksin sahilde, Penelope Cruz'a benziyorsun deyince hiç etkilenmemesinde bir anormallik var mı, yoksa anormallik hepten bende mi diye düşünerek.

Çalışsam mı, ne yapsam? Samsun'da aynı dili konuşabildiğin ve kendi akranından tek arkadaşını da haftasonu uğurlamışken bir başka taşraya. (Neden tüm arkadaşların senden en az 10 yaş büyük?)

Ne olur işle ilgili olmasın diye çalan telefona neşeyle bakıp askerliği yeni biten kardeşini düşündü ve telaşlandı, ona da arabalı, sakallı, janti bir kölelik bulabilecek miyiz?

Telefonu kapatır kapatmaz etrafına baktı, düşünce sislerinin ötesinde hiçbir ufuk bulamadı, ev kapkaranlık, o yapayalnızdı.

...