Perşembe, Eylül 13

Yeni

Buyurunuz, ahan da yeni tükan, ikinci Shere Khan.

İkinci Yeni

Ellerinizden öperim.

Pazartesi, Ekim 24

Eyvallah!

...

Facebook - friendfeed profilleri ile beraber, buraya da kilidi vurarak, Shere Khan'ı uğurluyorum.

Sonrasında kendimden, hayatımdan vs. hareketle çıkarımlar yaparak birşeyler ifade etme yerine, daha olgun, daha az-kişisel, daha nesnel birşeyler zırvalama ihtiyacıma binaen (misal kitap eleştirileri, misal birşeyler üzerine denemeler, misal fikir, misal -bulabilirsem- akıl) yeni tükan açarsam burada linki olacak.

Lakin yeni tükanda Shere Khan'ın linki olmayacak. Bu dutluk müsvedde arşivi -geçmiş- olarak kalacak.

Bu vesile ile "yirmi sekiz" başlıklı bir yazı yazıp uzamaya 1-1,5 ay kala, sabredemiyor, şimdiden eyvallah! diyorum.

Ellerinizden öperim.

...

Pazartesi, Ağustos 8

Ütopya?

...

Normal olan, iki yüz küsur tane şirketin/tomarla paranın/tartışılmaz iktidarın/lanet bir geleneğin/bön yığınların Stockholm sendromunun üstünde oturmayan, doğusunda -kirli bir- savaş olan ülkede tüm generalleri başkentte bulunmayan, siyasette, medyada bu kadar yalakası ve bokyedibaşısı olmayan, harcamaları denetlenen, hesap veren ve işiyle iştigal eden ordudur.

Milli Savunma Bakanı'na raporlayan Genelkurmay Başkanı ve astları ile İçişleri Bakanı'na raporlayan Jandarma Komutanı'dır.

Eee, şimdi? Sıkı gündem takipçisi ve "enseyi karartmayın"cı babama sordum, baba gidişat nire?

Biz takip etmekten, illallah etmekten yorulduk ulan kaç senedir. İki ileri bir geri, umutlana kırıla...

Yüz küsur senelik süreç bitiyor mu? Vallaha mı la?

Yemin ederim ağlarım ha.

...

Salı, Temmuz 19

Unutur muyum Lan Seni!



...
Bağlantı
Alttaki resim İzmir'den, 2005. Ortadaki, Dalyan'dan, 2008. Üstteki de şu haberden.

Konuşulur şimdi, biz bu haberleri hep yabancılara yakıştırırdık, ayıp olmadı mı ey ölüm, genç yaşta falan filan. Allah rahmet eylesin, çok üzüldük, değişik adamdı. Yıllardır görüşmediğim arkadaşlarla görüşürüm. Hatta dünya tatlısı annenle babanın telefonlarına ulaşmaya çalışırım.

Yok kardeş, ben sadece sana ulaşmaya çalışacağım. Vefasız da olsam, bilinenini değil, bilinmeyenini bildiğim iddiasında olduğum için. Sana ben bir türlü ulaşırım. Selim Işık'a ulaştığım gibi, genç kalan, güzel kalan sana ulaşırım.

Tasarruf O'nun, sana cennet Dalyan'da, o iyi insanların içinde, durulmuş bir hayat hayal ederdim ya... Allah anne babaya sabır versin, bize taptaze hatıranla, saygıyla seni tekrar göreceğimiz anı beklemek düşüyor kardeşim.

...

Cuma, Temmuz 15

Hasbihal

...

Boşboğazlıktan, iyiniyetli erkek budalalığından, lafazanlıktan, overyavşak "canım cicim" jargonundan başka birşey değil. Lakin bu aptallık, nefes alışlarımı bağladığım insanın kalbini ve kendi kafamı kırmaya yetti. Karşıcinsle gereksiz diyaloğa tenezzül etmemeyi beceremeyen, hiçbir art niyeti, doyumsuzluğu mevzubahis değilken yaptığını kontrol etme ihtiyacı hissetmeyen erkek keyfiyeti, hak ettiği hakaretleri yerken, karşısında acıyla sinir krizi geçiren dünya iyisini nasıl bu hale soktuğu düşüncesiyle bitap düştü.

Feysbuk hesabımı hiç düşünmeden kapattım. Telefonumdan -yıllardır yer kapladığını bile unutmuş olduğum- kayıtlar düştüm. E-book paylaşım alanını çok sevsem de FF'e girmez oldum.

Aylardır pek çok özlenmiş mutluluklarıma şükrederken kendi dünyamda haysiyetsizce kaybetmekte olduğum beni hayata bağlayan -bir hazineye bedel- inanç kırıntılarımı bugünün kandil olması vesilesiyle hatırlamak istedim.

Açtığım dini klasiğin fihrist kısmında bir bölüm, veciz bir yol haritası ve to do list olmaktan öte, yüzümde patlayan bir ihtar gibiydi.

Aynen aktarıyorum.

"MÜHLİKAT DENİLEN KÖTÜ HUYLARDAN BAHS EDEN ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DE ON ASL'A AYRILIR..

1. Riyazet. Nefsi temizlemenin ve terbiyenin yolları. Kötü huyların ilaçları. Kötü huyları atıp iyi huylar edinmenin çareleri.

2. Şehveti kırmak. Midenin, fercin afetleri.

3. Konuşmanın zararları, dilin afetleri.

4. Öfke, kin ve haset hastalıklarının tedavisi.

5. Dünya sevgisinin ve tama' illetinin tedavisi.

6. Cimriliğin ve dünya malı toplama hırsının ilacı.

7. Makam, mevki, haşmet sevgisinin ilacı.

8. Kibir ve ucbun ilacı.

10. Gaflet, sapıklık ve gururun ilacı."

...

Perşembe, Temmuz 7

Kurşuni Renkler

...

Bir sabah saçlarımı okşayıp da rüzgar
İzlerini sürüp de gidecek beyaz beyaz
Ve güneş aynaya baktığımda çizgilerden
Yeni bir yüz gösterecek üzülerek biraz
Yok olmaz erken daha
Biraz geç kalın ne olur
Hiç hazır değilim henüz
Ne olur baharlarımı bırakın bir süre daha
Tanıdık değil bana güz
Yok olmaz dur
Dur gidemezsin
Gözlerimin rengi dur
Bulutlara dönemezsin
Yok alamazsın
Beni deli zaman
Ömrüme o kurşuni renkleri süremezsin
O gün başka renkte ağaracak biliyorum
Ve zorla değil ya o rengi hiç sevmiyorum
Ne olur sanki biraz daha zaman verseniz
Yıllar öfkenizi hiç mi hiç anlamıyorum

Sezen
...

Cumartesi, Nisan 23

Kız Kardeşim


Kendime not:

İşte bu doğduğun yerleri hatırla hep.

Şımardığında, hayatındakileri dert sandığında, şehirli olduğunda; bu çocukları, bu öksüzlüğü hatırla.

Ağlayamadığını hatırla.

Bu filmin neredeyse her sahnesinde ağlarken insan olduğunu hatırla.

...

Salı, Mart 15

Aritmik

...

Arnavut Kaldırımı mı bu çalan? İstanbul sokakları mı şu yağmur yağan? Doksanlarsa zaman; mekan, mutlu çocukluğum mu, bir depremle devrolan, 27sinde dahi bitmeyen asi ergenliğe?

Hayır değil. Buranın neresi olduğunu bilmiyorsun sen. Ben bile bilmiyorum.

Şu olmayanı arayış neden, "başka türlü olabilirdi"lerin kökeni hangi keşkeler, hangi kavşaklardan yanlış döndük acabaları bırak, şu odaya bak, gel benimle.

Gökkuşağı renklerini tersten hayal edip 21 basamak iniyoruz, sağdan açılır kapı.

İşte aradığın huzur! diye haykırmak isterdim sana, işte şömine, işte masa, işte kitap, ve işte zaman, işte benliğin.

Elbette bugün görüştüğün zavallı çakalda değildi aradığın cevaplar, üç kuruşun hesabında değildi tiksindiğin ticaretin ötesindeki zenginlik. Mecburiyetlerin ardında, çok yakınında, uzanıp da alamadığın yerdeydi, ağlaklıklarla mesafeler koyup kaçmaya çalıştığın bir yakınında, çok yakınlarında.

Uykusuzluk yok, oda dumansız, bitkisel yok, kimyasal hiç yok. Sen yoksun.

İşinin de amına koyayım, gücünün de.

İşsizliğinin de, güçsüzlüğünün de.

...

Pazartesi, Şubat 14

Al Sana Internet!

...

Nolmuş?

İki aya yakın "hiçbişeycikler" demediysem nolmuş, şehir ve iş değişikliği ve bir takım olaylar, o kadar ağlaklığın, o kadar isyankarlığın, o kadar tutkubazlığın üstüne bir dirhem huzur, bir dirhem şükredilecek şeyler ve de mutluluk sürprizi, sair sahneler, özlenen gözyaşları.

Ne var, kimin neyine, kim ne yapmış, ne demiş yani, kim yokluğumu fark etmiş?

Kimse.

Bir "internet arkadaşım" fark etmiş, o da yaşayıp yaşamadığımı sordu, sonra da küstü. Oysa kahvaltıya dahi götürmüş beni, güzel bir arkadaş kendisi. Daha da kimseciklerle görüşmem buralardan. Yere bata sosyal medyanız, kikirdek garılee, arabalı piçlee!

Kafası çalışan insanlar var deyu takip ettiğim ff'te de insanların görüşüp tanışmaları olayı serinletti beni bir dönem, hadi o geyik arkadaşlık falan da fasbükten tanışıp çıkmaya başlayan çiftler oluşmaya başladıkça çevremde, noluyo lan bu millete, bu zamana noluyo lan böyle diye afallamadım değil.

Üzgünüm, yirminci yüzyıl kişisiyim bu konuda, görecem, duyacam, dokunacam, sokulacam arkadaş. Üzgünüm.

Ayrıca da acaip istisnai bi durumun rahatsızıyım şu ara. Mutluyum ve seviyorum ve de gayet ciddiyim ben bu on dört şubat! Kaşar falan da deelim artık. Köy peyniriyim.

Aha da buraya yazıyorum, yazarım arada. Çok da ff diyelim her beraber.

...

Cumartesi, Aralık 25

Elveda Samsun (II)

...

İzmir'in varoşunda mekteplilik dağında postallılık oynadıktan sonra "hemen atılayım hayata, bok var sanki," diye zıp zıp zıplayan bu velet, kendini 22'sini bitirmeden Samsun'da bir atölyenin "başında" buluverir.

("Aile," depremden sonra bıraktığı gibi Düzce'dedir.)

Samsun'daki 10 aylık hayat oryantasyonundan sonra kapağı Koç'un dükkanlarından birinin "başına," Ankara'ya atar. Samsun'a ilk vedasıdır.

İki yıl 18-19-66 Ankara havasından sonra hep havas ettiği Proud & Glad firmasına -dist. bordrosuyla- girer ve efsane geri döndü ayağından Samsun deliganlıya tekrar wellcome der.

Deterjan satmayı becerir, kendini Alaman gavurunun has kadrosunda yönetici pozisyonunda bulur, daha 6 aylık satıcıdır, Sivas'ın yollarına türküsünü söyleyerekten Samsun'a ikinci vedasını yapar.

(Bu arada "aile" Düzce'den emekli olmuştur, deprem korkusuyla 10 yıl önce Konya'daki arsaya yapılan eve taşınılır.)

Tokat'ta dandik bir otelde iki haftadan sonra, Bölge Müdürünün yamacıma gel yamacıma talimatıyla Samsun tekrardan kürkçü dükkanı olagelir.

İyisiyle kötüsüyle ikibinon, velet Samsun'da bayicilik oynamaya devam eder.

Derken iki yıldır ertelenen ailevi mevzular, 11 yıldır ayrı yaşanan ailenin çekimi, veledi "ters yerde" duran Samsun'dan Anadolu - İstanbul transit yol güzergahına çevirir.

Ve velet Ankara'da çikolatacılığı kabul eder.

5 sene, 5 iş, 5 şirket, 3 Samsun, 2 Ankara.

Önceki 5 yılın Düzce - Konya - İzmir sarmalından daha karışıktır veledin son 5 yılı, Ankara'da nihayet mi bulacaktır, tek bilinen, Samsun'da bırakılan "kıymeti bilinmemiş bir iş" dünyasının paydaşlarındaki hayret, arkadaş ve yoldaşlardaki güceniklik ve güzel, çok güzel bir kadının yüzündeki hüznün ötesinde 2011'e Ankara'da başlanacağı, karakterinin çizdiği bu hayat yolunun olanca sezgisiyle takip edileceğidir.

Herşeyin hayırlısı!

...

Cumartesi, Aralık 4

Yirmi Yedi

...

Değişen pek fazla birşey yok.

Ellerinizden öperim.

...

(Not: Ordan oraya koşarken, bir gün geç kaldım bu sene. Zati pek yüzüne baktığım yok bu aralar ya. Alınmıyon dee mi la, blog musun nesin.)

Pazartesi, Kasım 1

Bir Kasım Sabahı Vol. II

...

Hayır, iki sene öncesinin hayalperest melankolisi hiç değil, ne yağmur var, ne telaş.

Sabahın yedisi.

Deniz ne sakin, bulut dahi yok, dokuz derece ama tabak gibi güneş.

Dün saatler -ve uykular- geri alınmış.

Beş dakika sonra hüzünle neşeyi birleştiren kadının annesini hastaneye götüreceksin, oradan da koşmaya başlayacaksın.

Ciğerlerin patlayıncaya dek, omuzların düşünceye dek, sen yüzüstü kapaklanıncaya dek.

Sonra kalkıp biraz daha koşacaksın.

Koş, siktiret.

O dakika o saati, o günü, o ömrü telafi ettin sen, farkında değilsin.

...

Cuma, Ekim 8

Merhamet

...

İnsanların küçüklüklerine maruz kalmayla ilgili (iş saçmalıkları) sıkıntılar, şikayetler, ağlaklıklar. Uyandırmayın beni. Kendime merhametim gelince değiştiririm, çeker gider en asil halimle her zamanki gibi, yeni bir işe Türk gibi başlar, İngiliz gibi bitiremeyip idealini bulana kadar, yani süresiz, zırvalar dururum.

Hayatın gerçeği vurunca yüzüme az daha uyanasım geliyor, hemen dalıyorum yine uykuya, işe gidiyorum.

Gerçek dediğim, o siklemediğim, tapınanına gıcık olduğum paraya, eşşek gibi muhtaç olduğum, olduğumuz. Ama bu muhtaçlık şımarıklıklarımıza savurduğumuz enflasyon parası gibisinden değil.

Doktor denen "insan" evladı, 1200 lira istiyormuş ameliyata girmek için. Bildiğin haraç. Parasını vermezsen 3 ay sonraya erteliyorlarmış ölüm kalımını, tetkikler bir aydan evvel çıkmıyormuş. Anne lan bu! Kızcağızın annesi.

Adı, devlet. O topa hiç girmeyelim. (Küfredince anarşist oluyor, ananıza küfretmiş gibi bakıyorsunuz.)

Klasik asgari ücret kaç para ulan klişesine girmeyeceğim. Herkeşler sağlık sigortası yaptırmalı şekerim totoşluğuna da. (Bırakın sağı solu, okul orospu dolu.)

Lakin insanların küçüklüğüne dalmaktan, insanın, hayatın, ölümün büyüklüğüne vakit ayıramamak bile nimetmiş.

Merhamet! diye susasım geliyor.

...

Pazartesi, Ekim 4

Manzara

...

Kazım Koyuncu'yu saygıyla torpido gözüne koyup Yeni Türkü'yü sürdü arabasına Gerze manzarasından Sinop'a yaklaşırken. Akdeniz'den Karadeniz'e uzanan hayatını düşündü göz açıp kapayıncaya kadar. Önceki hayatında Zeki Müren vardı.

Yalnızlığı düşündü ve bitti artık bu son derken yeniden aşkları.

Bahar yorgunluğuydu belki hayatının baharında çöken omuzlarına. Araba çekmiyordu dünyanın yükünden.

Ilık yaz ikindilerinin gölge serinliğinden, esintili bahar sabahlarının ürpertisine çevrildi birden hissettikleri.

O kadar acı çekiyordu ki, varolmanın sevincine varacaktı neredeyse.

...

Önce anlam veremedi o nedensiz yarım gülümsemenin saniyelerce süren yayılışına.

Sanki yaraları ağır değildi.

Olgunluğun yeşilinden geçerken karşısına çıkıveren mavi, uzun zamandır kalbinin derinlerine ittiği o en yakın dostu hatırlatıyordu.

Gerze'ye çıkarken karşısına bir "bir kere geleceksin şu dünyaya be!" ihtarı gibi çıkıveren deniz, onu tekrar yoldaşı yapıyordu umudun, umudunun.

Hayatın tortusuna saygılar sunup geleceğe doğru yol alan bu çocuk adama sunulan bu saniyeler, sanki umudun manzarası oluyordu hayata dair.

...

Pazar, Eylül 26

Bira Kalamar

...

Tarz-ı hayat'tan lifestyle'a, layf-stayla, haylayf, püsküüt olmayanı.

Hüzünlü yüzlerin ardında mutluluk dolgu malzemesi. Görünürü bu. Asalet makyajda.

Onun bunun eYlencesi ana tema. Feel.

Sorumluluksuz yetki, başarılar benim, başarısızlıklar onların. Sıyrıl, yüksel.

Ateşle yaklaşma, kava is beta (kavır is betır.) Bitılcuys. Soğuk içiniz.

Hadi şimdi siktirip gideyim. 594 tane arkadaşım var zira. Ferik çoğu.

Lov dı vey yu lay.

...

Salı, Ağustos 17

Ceziret'ül Uşşak


Gitmelisin bence. Git.

Bir deniz feneri var Türkiye'nin en kuzey ucunda, selam götür. Karşıya bak, şansın yok, sis vardır.

Yeni Türkü dinleyerek eskit sokakları, hiç düşünmeden dal ağaçlıklara.

Önce hepsine, sonra birine aşık ol; ve kevaşe İzmir'le arasındaki yedi aynılığı bul bu minyatür güzelliğin.

Daha zirveye varmadan hafifletsin seni yol.

Her kulaçta bir yük bırak omuzlarından ve kaybol, kaybol.

...

Pazar, Ağustos 15

Akasya Kokulu Sabahlar

...

Geri verin
Dalgaların kıyılara çarparak

Herhangi bir makamda

Bir şarkı söylediği
Akasya kokulu sabahlarımı

Geri verin
Arnavut kaldırımı yollarda
Bir kızın saçlarında
Gönlümün vals yaptığı
Akasya kokulu sabahlarımı

Geri verin
Zamanın geçmek bilmediği
Gençliğimin sırtıma
Bir yük gibi bindiği
Akasya kokulu sabahlarımdan
Hiç olmazsa birini

Yeni Türkü, Aşk Yeniden, 1992

...

Pazar, Temmuz 25

Whatever

...

Gitmek bazen iyidir hesabı al yolunu yolarkadaşını bulmuşken, kararan hava eşlik etsin passionate kavgalarınız ve smooth barışmalarınıza.

Sel-fırtına, orman-deniz al yolunu.

Uyan ve bir yalnızlık fırsatı bul. O an bunu yazmayı düşün:

"Siktiredin güney'i, batı'yı. Gelin sizi kuzey'e götüreyim.

Biraraya gelmiş üç-beş çam bulun, istisnasız denize bakanlardan.

Ses olarak denizin kayaları yalayışıyla, çam uğultusunun kalmasına kadar bekleyin. Deniz kokusunu çamdan ayırt edin.

Gözlerinizi kapatıp o an orada olduğunuzu hissettiğinizde, 'Serkan has çocuk, iyi adam.' deyin."

Değişiklik iyidir, o an mutlusun, buna ihtiyacın vardı. Soran olduğunda "Bugünü çoktan amorti ettim. Mutluyum. Şu andan itibaren ne yaparsam üstüne koymuş olacağım. İyi ki gelmişim. İyi ki varsın." de.

Sonra üstüne birkaç saat, birkaç doğa harikası daha koy.

Ve bir gece daha kalabilecekken, gece yol seni geri çağırsın, al beni diye, uy ona.

Yol çalışmasını fark etme. Jeep misin koçum. Çalışmıyor, motor arızası. Polis, çekici. Sabaha karşı ev.

Özüne dön yine. Lakin hayat, senden ne gelirse gelsin güzel be. Alnımdaki karıncalanmayı engelleyemesem de.

Herneyse...

...

Cuma, Temmuz 16

Keyfiyet-ül Ürkek

...

Yaşam adı.
Yaşam, evet.
İsmine inat,
Yirmi sekiz Şubat,
Bir katl, bir vefat.
Kendisi, hep kendisi,
Tam yirmisekiz yıl.
Şubatta ölmek zor,
İlk ve sondu, sor,
Var sayıl.
Dı.

Marifet az verip,
Çok almak,
Bilemedi Yaşam'
In suçu,
Saf kalmak.
Tı. Ve kaldı da.
Yirmisekizinde,
Gözü kaşı,
Darmadağın da olsa var artık,
Hep olmak istediği gibi dimdik,
Taşı.

Yaşam adı.
Geç kalınca güldüler koşamadı.
Kötü yaşarım korkusuyla o hiç,
Yaşamadı.

...

Cuma, Temmuz 2

Evler


Akşam dar attığımda yine kendimi dağınık evime her zamankinden azıcık farklı bir manzarayla müşerref oldum, anahtarlarımı koyduğum yerdeki Migrosçuluğumdan beri kullanmadığım boş el çantam sanki karıştırılmıştı. Evdeki bu tek farklılık bi bokluk olduğuna işkillenmeme yetti. Yine de sadece "?" dedim.

Cebimdeki bozuklukları her zamanki gibi -yine zamanında non-food envanteri yaparken farkına varıp kendi mağazamdan satın aldığım- araba şeklindeki kumbarama atacakken fark ettim aylardır boşaltılmayı bekleyen kumbaramın yok olduğunu. Üç senedir farklı şehirlerde olsa da aynı masanın üzerinde duran kumbaram artık yoktu.

Üzücü olan, siz yokken birinin sınırsız bir cüret ve güvenle özelinize girmiş, umarsızca didiklemiş, sonra da kapıyı çekip gitmiş olması.

Yoksa bunları karaladığım 5 yıllık notebook'ta, neredeyse bir yıldır açmadığım televizyonda, kitaplıklarımda, en önemlisi özel eşyalarımda bir halel yok, olmaz da kolayından. Pahaları yok ki hiçbirinin.

Hırsızın benden alabildiği, sadece "bozukluklarım" olmuş.

Bana verdiği ise, sabah sabah daldığım gelmiş geçmiş tüm "evlerimi" düşünme seansım. Bence ben kazançlıyım.

Yalnız olmadığım evler : Doğduğum ev, kerpiçten, müstakil, bahçeli, samanlıklı, tavuklar, eşek, ben doğduktan on sene sonra betonarme. Yeşilova'da üç yaşındayken sık sık kaybolduğum, keyfime göre kahveye falan gidip mahalle amcalarına çay ısmarlattığım zamanları, kaldığımız evi ise hatırlamıyorum. Sonra Konuralp, kira, seksenler, ev sahibimiz yaramazlığıma kızardı, kolum sargılı, incitmişim, ilkokulda kurdele. Düzce, 90 metrekare, kendi evimiz, doksanlar, Anadolu Lisesi, herşeyin çok güzel olduğu zamanlar, çocukluğum. Deprem.

Yalnız olduğum evler : Mecburen koparıldığım mutlu çocukluğumun asi ve agresif bir ergenliğe evrildiği 6 ay kirada oturduğumuz ev, sonrasında kendi inşaatımıza geçtiğimiz, annemlerin 10 yıl sonra emekli olduklarında gelip taşınacakları, şu anda oturmakta oldukları ve benim hala nefret ettiğim ev, şehir. Amcamlarla yaşıyorum ama yalnızım. ÖSS. İzmir. Annemin prefabriklerden komşularının çocukları da İzmir'i kazanmış, Düzcelilerle çıkılan ev, Evka-1'de. Sonra kendim çıktığım 1+1 ev. Sonra Fatih'le çıktığımız Kürt Fuat'ın evi. Sonra Şirinyer, Fatih'le iki yıl izbe bir yerde yaşadık, dibi birlikte gördük, paylaştık. Askere belediye otobüsüyle gidiş. Sonra Samsun. Eşyalı ev. Ankara. Batıkent'te müstakil. Tekrar Samsun. Atakum. Hala burdayım.

10 yıl dile kolay, 26 yıllık hayatın 10 yılı.

Penelope'nin eşyalı 90'lardan kalma evindeki gibi ben de saat tıkırtısı falan mı istiyorum? Çiçek yahut kanarya. Beni bu eve bağlayacak birşeyler.

...

Resim: Üsküdar'da bir ev.

Perşembe, Temmuz 1

Yaban

...

Sabah işyerinde klozete oturduğunda yöneticiliğin neden ona göre olmadığını bulmak üzereydi, "adam yönetmek"le işi yoktu, ne iktidar oyunlarına müdanaa edecek mecali/kompleksi vardı, ne salağa yatana tahammülü.

Yoğun gündem planlamalarının yarattığı ne yapacağını bilmezlik boşluğunda yine acınası bir kararlılıkla -işine burnunu sokmaya iyice başlayan- müdürünü dinledi, herşeyin en iyisini o bilmiyordu.

1 yıldır sesini unuttuğu bir arkadaşının sesiyle neşelendi titremekli sesi, o an total başarısızlığı unutup eski günlerin gücüyle konuştu telefonda.

Ve en iyi bildiği iş, artis artis konuşmak. Kusura bakmıyorsun değil mi yeni eleman, şu terimleri mümkün olduğunda Türkçeleştirmeye gayret ediyorum ama, kulağın da alışsın isterim.

Sonra, sonrası yağmur, yarın sabah bir arkadaşınla yürüyeceksin sahilde, Penelope Cruz'a benziyorsun deyince hiç etkilenmemesinde bir anormallik var mı, yoksa anormallik hepten bende mi diye düşünerek.

Çalışsam mı, ne yapsam? Samsun'da aynı dili konuşabildiğin ve kendi akranından tek arkadaşını da haftasonu uğurlamışken bir başka taşraya. (Neden tüm arkadaşların senden en az 10 yaş büyük?)

Ne olur işle ilgili olmasın diye çalan telefona neşeyle bakıp askerliği yeni biten kardeşini düşündü ve telaşlandı, ona da arabalı, sakallı, janti bir kölelik bulabilecek miyiz?

Telefonu kapatır kapatmaz etrafına baktı, düşünce sislerinin ötesinde hiçbir ufuk bulamadı, ev kapkaranlık, o yapayalnızdı.

...

Perşembe, Haziran 24

Plaza Kızına Yakarış

...
Tokat yöremizden bir küçük burjuva türküsü

Birkaç sevgilim var ey dost, birbirinden azılı,
Has avradımın kaderi, kolej müfredat' yazılı.
Hasretim yar poposu, makam koltuk' kazılı;
Kurban olam sarı saçlım bir alt duduş ver.

Je t'aime şekerim, je t'aime balım; ol emin:
Seni anıp, ağlayıp, Tokat'ladım demin.
Sizsiniz geleceği şol güzel ve yalınız ülkemin,
Kurban olam mavi gözlüm gel sırtım ger.

Elde değil hey yar, bu nasır eller senin,
Hap kadar da olsa çapın, sudan gündemin.
Tabanvaya on bassın ister görgüsüz cipin,
Sınıf farkı'n kafasına Tokat'lı, sıkar, gider.

...

Pazar, Haziran 20

Haftasonu Budur

...

Cumartesi: İstanbul'dan gelen arkadaşlar, Gülhan'da kahvaltı, Bandırma Gemisi, Ladik Gölü, Boraboy Gölü, Çakallı'da melemen, Amisos tepesi, go-kart, Karadeniz'de 4 çeşit balık.

Pazar: Körfez'de kahvaltı, Sinop hapishanesi, Sinop merkez, Hamsilos fiyordu, Sinop mantısı, Bafra'da dondurma, havaalanına bırakış, Samsun'dan arkadaşla Atakum, Türk kahvesi.

Haftasonu işte budur, kaygılarla, az hafifleyen stresle, gereksiz iş telefonlarıyla bölünen, kafada işten kalan boşluklara alelacele doldurulan küçük-yapmacık boş zaman etkinlikleri ile geçirilen bir yarı dinlenme zamanı değil.

Yarın sabah için kendime acıyorum.

...

Cuma, Haziran 11

Terapi Atakum


...

Havanın keyfine göre renkten renge bürünen ve bir gürleyip bir süzülen ama bir noktadan sonra tek ses olan denizin konuşmasının üstünde her akşam farklı bir tuvalle süslenip arz-ı endam eden muhteşem günbatımı manzarası, ve durgunluk.

Sanki dünyada hiç mutsuzluk yok.

O an yanında kim olursa olsun yalnızsın, olmak istediğin gibi yalnızsın, olmak istediğin gibi herkessin, sevmek istediğin gibi seviyorsun onları, ve kendini.

O an ne varsa üstünde deniz üstleniyor.

O an ne varsa seni yoran güneş alıp gidiyor.

O an karanlığın şalı gelene kadar ve ışıltısı geç yakamozun, sen dünyada ne kadar hüzün varsa içip bitiriyorsun.

O an mutsuzluk yok, o an senden mutlusu yok ve deniz ve güneş ve dünya tarafından seviliyorsun; ve en derinden inanarak 'varım' diyorsun o an.

...

Perşembe, Haziran 10

Çıkmaz

...

Kötü gün, mülakatlar, adam bulamıyorum. İşler sıkışık, berbat, daralıyorum.

İş hayat şu aşamada, kaçıp gitmekle, durup savaşmak açmazı, kaldıramıyorum, ve hiçbir şeye, yaşam dahil hiçbir şeye vaktim yok.

Hiçbir şey yapamıyorum.

Erken vakit dar attım kendimi eve. Kaçtım.

Açık bilgisayar karşısında oturdum, düşler düşünceler, birkaç saat, uyuyakaldım.

Dışarı attım kendimi, kiramı ödedim.

Film bulamadım.

Ve annemin, kardeşimin sesine sarıldım biraz.

Sonra, önce "Canım Kardeşim" adlı muhteşem Türk filmiyle ilgili bir yazı okudum. Yeterince karmaşık değildim zaar.

Ve nihayet, Tatar Ramazan. Neden yüzüncü kez izlemek istediğimi bilmiyorum bu gece.

Tatar'ın idamlık mahkumu avluya çıkardığı o sahne, o anne, o baba.

Sanırım ben de anamı görmek, babama sarılmak isterdim.

Ağladım ulan, ağlıyorum ve evet, böyle bir adamım ben.

...

Pazar, Haziran 6

Endişet'ül Maişet

...

Bizler, yağlı şirketlerin yağır kollarına atılmış maymun kitlenin içindeki akıllı mazlum genç azınlık, bilincimiz açık zamanımızın yüzde seksenini kayıntı korkusundan ayırmışız çalışmaya. Eğlenmek uyuşturmak, hızlı vur tosun, adet kısa, zaman çabuk, yol uzun.

Boş zamanlarımızda yamaç paraşütü, lycian way, ski falan yapmıyoruz, dil öğrenmiyoruz.

Grafiklerde, tablolarda tanımlı hayatımız. 17.30'da hepi haur'umuz falan yok.

Doğumuzdakinin hayatı taşşak geçer gibi bozuk para değerinde, batımızdaki mamur can sıkıntısından intihar ediyor.

Silahlar olmasaymış mutlu mesut yaşarmışız, en zengin 10 kalantor parasının yüzde bilmemkaçından geçseymiş açlıktan ölmezmişiz vesaire.

Şopen dinleyelim, hauer söyleyelim. Aydur:

"Varsayalım insan soyu kaldırılıp her şeyin kendiliğinden gelişip olgunlaştığı, sütlerin balların yerden kaynadığı, yiyeceklerin dallarından koparılmayı beklediği, herkesin gönlünden geçirdiğini hiç vakit kaybetmeksizin önünde bulduğu ve elde etmekte hiç güçlükle karşılaşmadığı Utopia ülkesine götürüldü; o zaman ne yapardı bu insanlar? Ya can sıkıntısından ölürlerdi, ya kendilerini asarlardı ya da olmadı birbirine düşerler, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürlerdi."

Ja das ist schön, şekerim, Allah'tan Utopia'da değiliz, bak dünyaya, çok farklı şeyler göreceksin.

...

Cumartesi, Haziran 5

Teselli

...

Bölgenin işleri bok gibi, iki yeni çocuğun da çıkışını ver, tebliğ et.

Bu hafta bölgeyi şereflendiren 4 dilli, genç, janti adama yaptığın sunumdaki tabloların boktanlığından herşey, enkaz piyasa, enkaz Samsun, enkaz Serkan.

Daha yeniyim hacı! diyemezsin. Bir round daha var! deyip dayak yemiş Rocky resmi koyarsın.

Çıkışını verdiğin çocuklara kahvaltı. Yeni aldığın tecrübeli arkadaşla (Leverci) Bafra, müşteri illa seni ister, geyik, Bafra muhabbeti, mafya muhabbeti. Amına koyim Bafra'nın. Tiksinç. Düzce'de büyüdüm lan ben, illallah etmişim adam vurmalardan. Bozuk para mıyız harcıyorsun yarraam. Diyemezsin.

Satış sevişmedir. Savaşma seviş. Kucağına oturacağım adamı ben seçerim. Kucağıma alacağımı da. Totoşlar sizi.

Adamın annesi de babası da hastanede, almışım adamı yanıma eleman bakıyorum. Ayıp. Yemek, çoluk, çocuk, cıvıl cıvıl.

Yeni tanıştığın hatunu ara. Yarın iş miş yok. Doldur boşlukları.

Sahilde attığım akşam turunun tek güzelliği telefonda babamın, annemin olmasıydı. O araba Onur mu? İşi var rahatsız etmeyelim.

Ve canım, bitanem. Sen olmasan ne anlamı var lan böyle Cumartesinin. Sınava girmiş fıstığım. Ne iyi ne kötü diyor. İyi deyip umutlandırmak istemiyormuş ama İngilizce ve sosyalden full çıkarabilirmiş. Bir de nasıl para biriktirebilirim diye soruyor. 500 lira lazımmış. Ben versem olmazmış, kimseden almadan biriktirecekmiş. Sen gel Samsun'a ben sana ne istersen alırım. Hayatımın güzelliği inşallah hayatın da senin kadar güzel olur. Kazanırsın bir Anadolu Lisesi abilerin gibi. Çok da önemli değil be...

Mavi tesellim benim. Öperim gözlerinden böyle hayatın, çok şükür.

...

Cuma, Haziran 4

Sabit

...

Katil faşistler, onların yalakaları, onlara karşı argüman geliştirmek için katil faşizmin sembol ismine biat eden ulusal beyinsizler, omurgasız "dinibütün" global eyyamcılar, insan beynine hakaret şeklinde sansür maymunu olmuş şol cennet vatan, odun ötesi bir minör dünya, bir boktan yaşam.

Ufak tefek sevinçler, acıklı kişisel mutluluk çabaları vesaire. Özünde, maişet endişeli kölelik, yardırma üzerine hayat ıskalama, gösteriş, bir sürü mal, bir sürü embesil. Ölmeyecek miyiz lan tarraam, tek istediğim biraz yalnızlık, yeşillik. Tek ses, ırmağın sesi, yeşil gözlü değilse, onu da def et.

Güldük, eğlendik. Şimdi siktirin gidin.

Ramon Sampedro gibi uçamayacak kadar dahi yorgunum zira.

...

Cumartesi, Mayıs 22

Cumhuriyet Kızına Yakarış

...

Germedim cumhuriyetçi tartışmaları yar ben germedim,
Şu son bağımsız TÜRK YURDU'na dinamit sermedim!
Vallahi de billahi de dinciye bölücüye oy vermedim,
Kurban olam sarı saçlım bir alt duduş ver.

Saygıyla esas duruşla selamladım hep o koltuğu,
Geçmişimin geleceğimin logosu ettim altı oku.
Bir solukta ezberledim, ezberlettim nutuğu,
Kurban olam mavi gözlüm bana bir yol gülüver.

Teen'inden mature'ına tam on beş milyon genciz,
Şu şanlı cumhuriyetin gönüllü askeriyiz!
Bir hızla kötülüğün geçmişine söveriz,
Kurban olam çağdaş yüzlüm galh bir yorgan ser.

Eğitimiyle sağlığıyla, otuzları özlüyoruz,
Gönençli iktidarınızın, yolların gözlüyoruz.
Sizinkiler okuyup, yar sizinkiler izliyoruz,
Bir kaza olursa eğer, memur "Kemal!" der.

...

Pazar, Mayıs 16

Kartal

...

İki hikaye anlatayım size.

Laz burunlu bir sultan var, alim, dahi filan ama şarklı olduğundan kelli gerici ve yobaz bir insan kendisi. Karadan gemi yürütmesiydi, atını denize sürmesiydi, çağ ayracı bişeyler yapıyor ergen yaşında. Gavur ellerin üzerinde uçan bir kartalın simgesi belleniyor. Hain batı kendisini kahpeliğilen zehirleyerek öldürüyor ve de şerefsiz vatikan evropa büyüklerine "BÜYÜK KARTAL ÖLDÜ" diye zafer mesajı geçiyor.

Yüzyıllar geçiyor.

Birinci dünya depreminde yuvasından çıkan bir kartal yumurtası yuvarlana yuvarlana tavuk kümesine düşüyor. Tavuk yumurtanın üzerine oturuyor, anaç bir hayvan zaar. Büyük buhran'a saatler kala yavrular doğuyor, bunun şekil şemal değişik tabi, iç bulandırıyor. Büyüdükçe gözü göklerde testis gösterip süzülen amarigan akbabasına takılıyor ve soruyor anaç tavuk sezen cumhur kemal'e "anne, biz böyle uçamayız he mi? bak benim de at tarraa gibi kanatlarım var? neyim eskik?"

Uçamayız koçyiğidim, biz yiğidin harman olduğu yerden gelmişik. Dünyada hiçbir cins hayvan yoktur ki, bizim gibi asil, bizim gibi çalışkan eşelenebilemesin, güven, çalış, günde üç öğün.

...