Perşembe, Aralık 31

Bu Dutluk



Dörtnala gelip Uzak Asya'dan, Evropa'ya bir at ziki gibi uzanan bu dutluk ve üzerinde kelebek gibi duran bizler.

Dayak yiyerek büyümüş oğlanlardan, kukusundan utanan kızlardan oluşan bir toplum.

Engin Ardıç'ın koca götüne çatı-pencere çizsen daha güzel olacak olan taşra şehirleri.

Bozkırlar, boş topraklar.

Sportif Japon arabaları gibi "kaçan" güzel-adaletli-özgür-müreffeh-mamur-mutlu ve saire bir hayat ütopyaları, yutkunmalar, öykünmeler.

"Onlara" verilen fırsatlar bize verilmedi ki.

Hep başkalarına, sonra kendilerine suç bulmalar.

Suçsuz kavruk yığınlar.

Tek eğlenceleri bir bardak bayat çay eşliğinde iktidar yalanları sıkmak olan -karısını tatminden aciz- zavallı insanlar.

Bir avuç kodaman ve koca bir "devlet" heyulasıyla birlikte.

Türkiye diyorlar, bu dutluk bizim.

...

Perşembe, Aralık 24

Sikindirik Kavramlar

Tanımları yapılarak farkları ortaya konabilmekle birlikte, esas olarak muhasebeleştirildikleri yerlerden [maliyetler bilançoda varlıklarda, giderler gelir tablosunda, harcamalar ise fon akım tabolarında] de anlaşılacağı gibi, temel fark maliyetin - değer YARATMAMASIDIR. Hatta gider için maliyetin tüketilen kısmı dersek, fark daha iyi anlaşılabilir. Bkz. dönem gideri, giderleştirme, maliyet unsurları, değerleme vs. Misal kredi kartı ile alışveriş maliyet de olabilir, gider de, harcama da...


Zamanında bir paçavraya karalamış olduğum şu saçmalık, bütün bir insan türü olarak ne geyik işlerle uğraşmaya memur bulunduğumuzun yeterli bir ispatı olsa gerek.

Misal "bütçe," nedir ulan bütçe?!

Bir üçem maygıros mağazacısına sorsanız, "Sorma aga ya, ayın kapanmasına şu kadar gün kaldı, daha yüzde atmıştayız amına koyim, bi trilyon iki yüz bütçe verdi pezevenk, al tuttur. Üç aylığı tuttursak bari de prim alsak, sıçtık yoksa. Mecbur ediyolar mal basmaya, sonra yok yasak masak, karlılık falan. Hassiktir." diyecektir. Anlaşıldığı üzere bütçe, hedeftir onun için.

Bir firmacıya sorsanız -hızlı tüketim için konuşuyorum- "Sorma müdür, geçen az daha patlatıyoduk bütçeyi, ovırsıpent olayazdım hacı." diyecek, firma muhabbeti geçerse "Şimdi pienci'de emesenpi'nin (namı diğer kategori, pazarlama) ağzına bakarsın. Lever'de havuz bütçe var, kaydırmalı falan, oynayabiliyosun. Henkel'de her bok sende. Lakin sıçma olasılığı haliyle yüksek." geyiğine kadar gider bu bütçe olayı. Ulaşılmaya çalışılan değil, elde edilen ve kullanılan birşey manasında.

Gidip bilmemne holding'in (una değer katıyorlarmış) finans departmanında çalışan bizim Fatih'e sorsanız, o kimbilir neler anlatır "bütçe"den anladığıyla ilgili.

Tüm bu zırvalar bizim daha sönük hayatlar yaşamamız için olmasın lan? Doğanın, hayatın, kendisinin daha az farkında itaat-tüketim-ölüm varlığı değil miyiz alayımız. Konuş yaz dur, hepsi boş. Bir Yılmaz Özdil yazısı kadar, neredeyse. Bir avuç dolar için tüm şebekliğimiz.

Ben çocuk yapma işinde kariyer yapmak istiyorum.

...

Nagarjuna Bir Hırsıza Engel Oldu

-- 2. YY / HİNDİSTAN --

Budist düşünür Nagarjuna, Dünya'yı değilleme mantığıyla anlıyor. Dünyayı anlama, yorumlama ve varlığın gizini çözme girişimlerinin zorunlu olarak sınırlarla karşılaşacağını söyleyen filozofa göre eşya boş. Ona göre bilge kişi, varlıkla ilgili olarak var mı yok mu sorusuna takılmadan, "ne var, ne yok" demek yerine her şeye tepeden bakmalı. Nagarjuna bu yüzden de tartışmayı gereksiz buluyor.

Nagarjuna, geçtiğimiz günlerde kendisine gelen hırsızı hırsızlıktan vazgeçirdi. Hırsıza "Neden korkuyorsun? Kim senin hırsızlığından bahsedecek ki?" diyen Budist düşünür, "Ama ne zaman bir keşişe, dindar bir rahibe veya dini bütün bir azize gitsem, hep bana 'önce çalmayı bırak' derler." cevabını aldı. "O zaman sen hırsızlara gitmiş olmalısın; yoksa neden? Niçin umursasınlar ki? Benim umurumda değil." diyen düşünür sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdi gidip ne istiyorsan onu yapabilirsin. Yalnızca bir koşula uyman gerekiyor: farkında ol! Git bir eve gir, bir şeyler al, çal... Ne istersen yap; bu beni ilgilendirmiyor, ben bir hırsız değilim. Ama tam farkındalıkla yap."

Bu konuşmadan üç hafta sonra geri gelen Hırsız: "Siz bana oyun oynadınız çünkü eğer farkında olursam çalamıyorum. Çalarsam farkındalık yok oluyor. Güç durumdayım." diyerek hırsızlığı bıraktığını açıkladı.

...

Pazar, Aralık 20

Ağzını Burnunu Gırarım


Ben de çocukluğumdaki Kung-fu / Boks / Muay-thai ve sair en bi proleter / amele yanığı sporlarına olan içgüdüsel ilgimi lümpen filmlere ve estirilen dandirik modalara bağlı zannederdim. Genel ve dolayısıyla bayağı bir şiddet eğilimi ve kaba bir zevk diye aşağılar, raki / ivan drago / tong-po modlarımı elit kişiliğime (!) hakaret sayar, kendimi küçümser ve kendimden utanırdım.

Meğer esas motivasyonum başkaymış. Şimdi gururla haykırabilirim dört kişiye kadar kemik kırabildiğimi.

Alırım sokaklarınızı bak, akıllı olun lan itaatkar kitleler.

...

Cumartesi, Aralık 19

Güzel Kadının Dayanılmaz Hafifliği

...

Güzel kadınlar.

Doğuştan gelen bu artıyı hayatın her alanında kullanacaklardır.

Ne kadar farkında değilim mavalı okumaya çalışıyorsanız, o kadar farkındasınızdır.

Eşitlik mavraları bu noktada sik gibi kalır.

Güzel kadın diğerlerinden ayrılır.

Herhangi bir toplulukta diğer kadınlar bile ilgi toplamak için güzel kadını kullanır.

Güzel kadın fark yaratır.

İlla cima etmeniz gerekmez.

Anarşizm gibi vermesi gerekmez, kapitalizm gibi göstermesi yeter.

Bir sabah bir akşam gö(tü)rüverem diye nicelerini nice okumuş-zeki-kültürlü-lakin-kesekağıdı bacılarımıza tercih etmiştir eli-sikinde-ezik-yönetici-bozuntularınız.

Kimilerine hunharca kıyılmıştır sonra siz onu yemez-içmez-sıçmaz-düzüşmez insanötesi zannederken.

Yine de insan ötesidir onlar elde edilmedikçe sizin tarafınızdan.

Güzel kadın candır, kim ne derse desin.

O kısacık an, o kadın -hayatınızın kadını- hayatınızdır, sonra dönersiniz kendi kalabalık yalnızlığınıza.

...

Yugoslav kökenliymiş.
Sütyen giymemiş.
Boğaziçi mezunu.
Satış direktörü denen götveren, kendine asistan diye almış.
Toplantıda karşımda oturuyordu.
Dengeli bir göğüs dekoltesi.
Bir ara kalktı.
Eğildi ve...
Bu yazıyı yazmak zorunda kaldım.
Kıyamadım.

Kimin Parası


Bordrolusu bulunduğum iri distribütörün hem ortağı hemi de vays prezidıntı olan şahsın; "buranın ağası benim, hepiniz taşşağımı yalayın" egosuyla dolaşan satış direktörüne kurduğu -onun da bölge müdürüne ağır hakaretli ses tonları ekleyerek aktardığı-, tahsilat ve açık hesaplar konusunda piyasadaki vadesi geçmiş alacaklarla ilgili -birazdan dile getireceğim- veciz cümle beni buraya kusmaya iten yegane suçlusudur bugünün.

Cümlede yatan "patron bakışı" düzlüğünü geçelim bir. Altında bulacağınız basit sorgu, bu basit sorunun kendisi, öznesi, sizi içinde bulunduğunuz sisteme dair içinden çıkılmaz sorgulamalara itecek, itmeli.

Siklerinin keyfine çalışmazken bunca adam, işsizlik sopasının, eşlerinin, çocuklarının zoruyla, kusmuklarını, salyalarını, ego tatminlerini efendilerinin temizlerlerken saygıyla; kimisi kariyer yaptığını, kendini geliştirdiğini falan düşünedursun, stresleri, rekabetleri, baskıları hayat enerjilerini sömürürken, emeklerinin amına koyulurken meta-değer-piyasa çukurlarında, paraya itibar - zengine sövme / zengin olma isteği çelişkisi - bencillik vs. "insan faktörü" çıkmazlarında kaçarken ütopik kümülatif mutluluk -anarşizm- fırsatları... ben bir kez daha farkına vardım ki çalışmak zorunda olmayan patronun -orospu- çocuğu daha lüküs arabalara karı atsın, yiyeceği mirasa daha fazla zilyon dolarlar eklensin, köleliğimiz en içinden çıkılmaz çıkmazlarla pekişsin ve ben de bunu iyice içselleştirip normalleştireyim diye çalışmak zorundayım. Çalışayım ki daha düzgün bir KÖLE olayım, esnaftüccarpatron efendilerim daha bir kötü İçAnadolukabası ağızlarıyla sohbet lütuflarında bulunarak kafamı okşasınlar, taşşaklarını öperek havlayayım sadakatimi. Kravatımı daha sıkı bağlamalıyım.

Koçyiğitler üç kuruş maaşa tır kamyon yüklerken, biz satıcı bozuntuları beş kuruş maaş/prim havucuna kendimizi adam sanaduralım, ekmek kavgamız Amarikan şirketinin ürünlerini bölünmezcennetvatanımız'da en bir çok fazla hayvan satmak ve dağıtmak, zerre bi sikim üretmeden Çorum burjuvası patronumuzun kesesini şu sikiküçüncüdünyaülkesi'nin ilk yüz kesesi arasına sokmak olsun. Andlar içelim başarımıza dair. En ufak pürüzde küfrün kallavisini yediğimizde, onlara daha fazla nasıl layık olabilirizin derdine daha fazla yanmamız gerektiğini zinhar aklımızdan çıkarmayalım. Kızalım kendimize. Devletimize ve şirketimize sahip çıkalım.

Fırçamızı yiyip oturalım.

"Ulan siz kimin parasını hangi hakla piyasada bu kadar vadeyle tutuyorsunuz ha?!"

...

Pazartesi, Aralık 14

Bugünlerde Bir Kez Daha İzlenmeli


Ve ağlanmalı, anlanmalı.
...

Bi Bok Değilsin

...

"Kimsenin benimle ilgilenmediğini anladığım zaman 16 yaşındaydım. Hayatımda ilk kez bir şeyi doğru anlamıştım. İnan bana seninle de ilgilenmiyorlar. Başına gelenler sana ceza ya da ödül olsun diye değil. Hepimiz öleceğiz ve cehenneme gideceğiz. İskender dünyayı aldı ve şimdi tek hatırlanan gay olduğu. Marie Cruie laboratuarda çürüdü. Ne geliyor gözünün önüne firijit bir bakire, hayır aslında evliydi. Kimin umrunda ? Demeye çalıştığım da bu zaten. Bırak ansiklopediler senden bahsetmesin, popüler olma, 2150 yılında Google’da adın çıkmasın, üst geçide ismini yazmasınlar. Ah ne gam! Beş sene önce hayal ettiğin durumda mısın ? Ya da beş sene sonra hayallerin gerçek olur mu sence ? Önemsiz olduğunu kabullen, mızıldamayı bırak !"

Yeni izlemeye başladığım birinden çarptım. Meğer bütün dünya izliyormuş, ben yeni uyanmışım. Beğenmesem çarpmazdım.

...

Pazar, Aralık 13

İnsansız


"İnsan faktörü"nden dolayı arapsaçından hallice karmaşıklığa ulaşan işçi mevzuları düşüncelerinde boğulmaktansa; mekatroniğin, kontrol mühendisliğinin, PLC'nin, otomasyonun, hidroliğin, pnömatiğin ve envai çeşit mekanizasyonun gözüne vurup, cümle başında adı geçen faktörden mütevellit tüm bilinmeyen parametrelerden uzakta, mükemmel koşullarda -kimyacı ağzıyla NŞA- düşünerek fabrika tasarlamak; makineler ihanet etmez, seni sevmezler, saymazlar ama sikmeye de çalışmazlar diye düşünmek, onların arasında kendine yetmek hayali, ve bak eğitimsiz bir yığın olmama rağmen mühendislik terimleri içeren cümle kuruyorum avuntusu da cabası.

Otoriteye karşı hayaller kurarken, onun köpeği olmuş kitlelerden umudu kesip, kendi içine dönüp, dışardaki evrenden, o evreni oluşturan parçacıklar içindeki evrenlerden kelli bir evreni kendi içinde bulup, insan içinde default olarak, fabrika ayarı olarak yerleşik, her türlü manipülasyona açık vahşetleri fark edip, otorite, şiddet, itaat, acımasızlık, açgözlülük gibi sonu acı çelişkilere/çıkmazlara varan temellerden tiksinip kendini yemektense, herşeyi kabul edip, hiçbir şeye karışmayıp, bilgisayar programcısı olup bağımsız yaratmak, tasarlamak, "insan faktörü" olmaksızın, kimseye hükmedip kimsenin taşşağı altına girmeksizin, bilgisayara hükmetmek, emirlerini yaptırmak ve içindeki faşisti tatmin etmek, ne kadar zeki, yaratıcı ve yetenekliyim avuntusu da pakete dahil, güle güle kullan.

Can, canan anarşizm ütopyasının temelinde yatan "insan insanı yönetir mi a be gerizekalı!" argümanının kafanda "insan insanı siker mi amına koyim, eheh" geyiğine paralellik arz eden bir çaresizliğe bürünmesi. İnsanların yönetilmeyi istemesi, "sikmek" diye adlandırılan eylemin pek çok farklı anlamlara gelmesi. Al işte bir tane daha insan faktörü, insan çelişkisi.

İnsanın olduğu yerde Allah'ın emri olan ikiyüzlülük, ihanet, şiddet ve sair lanetlerin içinde, sonucu özgürlük ve adalete, oradan da insanların kendi dünyalarına göre mutluluklarına / hüzünlerine, nihayet kendi tercihlerine varan ve bireyi kutsayan limit fonksiyonunda, bencilliğin, rekabetin ve düşmanlığın sonsuza değil de sıfıra gitmesini istemek hayalperestliği, kümülatif mutluluğun ve iyiliğin imkansızlığı sendromu ve "ulan insan! senin doğanı, ikiliğini sikeyim!" tarzı küfürler.

Anarşizm rüyaları görürken, ütopyalar düşlerken, gerçekliğin iğrençliğinin şahitliğiyle, hayattaki, insandaki iyilik ve kötülüğün biraradalığı sırrında rencide olup, insana bakıp, insanlara bakıp, kendine bakıp, insan faktörüne lanet edip... ne yapıyorum, uyanıyorum, işe gidiyorum ve insan sıradanlığının en yalancılaştığı ve insan yalancılığının en sıradanlaştığı, en riyakar, en aşağılık halet olan ticaretle, o da maaş karşılığı uğraşıyor, üç senede üç iş üç şehir bohem yaşıyor, para biriktirme amaçsızlığında beş kuruş biriktirmeden ömür geçiriyor, genç ve azimli kardeşimden "ben senin gibi amaçsız değilim!" suçlamasına muhatap oluyor ve başkaca bi sik yapmıyorum.

Şu anda ne yapıyorum, "mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim!" diyen, yıllarca en suçlayıcı bakışlarla atıfta bulunulan şu klişenin sahibi olarak bu sözü söylerkenki dürüstlüğü, cesareti ve doğruluğu gözardı edilen amcamızın yaptığı gibi bir itirafname zırvalıyorum, çaresizliğimi haykırıyor, sonuca monuca da bağlamıyorum. Tek sebebi, tek sonucu, bu yazının o ilk iki kelimesinde söyledim çünkü.

...
Not: Bu yazı sabahın 05:50'sinde "geldi", o saatte kalkıp not aldım "malın önde gideni, bayrak taşıyanıyım, kesin unuturum," düşüncesiyle, aha işte sabah ilk iş, kustum klavyemle. İnsana sövüp duruyorum mütemadiyen ama bak ey sevgili iki elin parmakları adedince okurum, sana, insana ne kadar kıymet veriyorum!

Cuma, Aralık 11

Yazıklar Olsun Be, Yazıklar Olsun

Yo yo, öyle yorum-analiz falan yapacak değilim.

Bu ülkede konuşmanın bi sike yaramadığı artık ayan beyan, açık seçik ortada.

Umutlu olmak aptallığımızdı zaten belki de.

Devletin verdiği ne siyaseti ulan, dağa çıkın amına koyim, mesajına mı yanarsın, 2010'da parti kapattığımıza, siyaset yasakladığımıza mı, artacak şiddet çıkmazına mı, güç bela lafı edilen demokrasinin, getirilecek özgürlüklerin liderlik fetişizmlerine, provokatif eylemlere ve nihayet devletin "pozisyonu iyi görmesine" takılmasına mı...

Tek bir şey söylüyorum, onu da söyledim, bu nefret-tiksinti-umutsuzluk-hayalkırıklığı-yutkunma yazısının başlığında.

Bu rezilliğe "Oh be!" falan diyenlere ise söyleyecek söz dahi bulamıyorum.

...

Perşembe, Aralık 10

La Cause du peuple


"Kendisini yadsıya yadsıya, kendisine karşı savaşa savaşa, en ufak özsaygıyı reddede reddede, kişi olarak yitip gitmeyi ve tam anlamıyla öteki kişilerin hepsi olmayı başarmıştır. O, ister hayranlık ister kin duyarak olsun, kendisiyle özdeşleştikleri adamdır; çünkü onu kendi içlerinde görüp tanımaktadırlar. (...) Her birimiz onun isteklerini, parıltısını, yadsımalarını, inadını, düşsel düzeyde de olsa, içimizde görebiliriz. Her birimiz onun belirsizliklerini ve güçsüzlüğünü, hayırları perdeleyen evetlerini, nevrozları saklayan kanılarını, inanışlara ve şiddete dönüşen kararsızlıklarını bulabiliriz. Sartre yaşamın karmaşık devinimini yansıtır."

Bertholet

...

Cumartesi, Aralık 5

Allahına Kurban


"Loneliness has followed me my whole life, everywhere. In bars, in cars. Sidewalks, stores, everywhere. There's no escape. I'm God's lonely man."

Travis Bickle

...

Perşembe, Aralık 3

Yirmi Altı


Yalnız olduğunu hissedip derin nefes almak zorunda kaldığın zamanlarla, insanlardan kaçtığın zamanlar birbiriyle yarışıyor.

Hem hiçbir şeye vaktin yok hem sıkılırken duvarlar üstüne geliyor bazen.

Yalnızlıkta yalnız olmadığını anladığın güzel insanlar da buluyorsun nadiren.

Ve işte iki yıldır, hayatının neredeyse en boktan iki yılıdır, "25!" diye özetlediğin hayatın, hiç bir özelliğini fark etmediğin ama sanki çok özel olan şu güne de gelip çattı.

Gün aldığın bir büyük yaşı söyleme evresinden aşmış, doldurduğun bir küçük yaşı söyleme evresindesin, ve artık 25 diyemeyeceksin.

Gelen mesajlar falan var. Üşenmeyip arayanlar bile olacak.

Sen sanki kimseyi arıyor musun?

Kafandaki pusta ne yaparsan yap, hep "Ulan şu an ölsem bok yoluna gitmiş, hayatta hiçbir şey yapmamış bir hiç olarak ölmüş olucam," zıvanasıyla gezinmeye devam edeceksin.

Selim Işık'a da daha iki yıl var.

O iki yılı geç, yarının ne getireceğinden dahi habersizsin, aha, LP çalıyor lan, this is my December, this is my time of the year. Bi de ayaklarım donmasa...

Çok büyük adamsın ve güzel insansın aslında ama işte deterjan satıyor, bir bankada çalışıyor veya atkafası insan tiplerine sunum hazırlıyorsun.

Bi beş dakka herşeye ara verip, kaçınılmaz zevk aldığın yalnızlığınla banyoya gidiyor, aynaya bakıp en çakal Travis Bickle gülümsemenle "Doğum günün kutlu olsun lan!" diyorsun.

...
Ana fikir : Tutunamayanlar'ı okuyun. Taxi Driver'ı izleyin.