Cumartesi, Şubat 14

Sapılmayacak Standartlar

· Standart olanı, resmi olanı değil; alternatif olanı, gayrı resmi olanı araştır. Resmi olan zaten bilinçaltında.
· Eyyamcı olma. Uymaman gerekiyorsa, uyma.
· Kendin ol.
· Köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme. Ayıya ayı de, dayıya ihtiyaç duyma. Duyarsan da, boş ver canı cehenneme.
· Yalakalık yapmadığın, aykırı olduğun, itaat etmediğin, farklı olduğun / düşündüğün, susmadığın veya cesur olduğun için zarar görmen gerekiyorsa, zarar gör.
· Karanlıkların aydınlığa çıkması için yanman gerekiyorsa, yan.
· Yalnızlıktan korkma.
· İçinden geleni yaşa.
· Yapmacık olma. Şekilciliği bırak.
· İnsanları yargılamadan önce iki kere düşün.
· Haklıysan susma. Haksızsan kes sesini.
· Yeni bir şey söylüyorsan insanlığı kendinden mahrum etme. Gürültüden ibaretsen kendine kalsın.
· Farklılıklara saygı duy.
· Başka insanların özgürlüklerini tanı.
· Kendine güven.
· Kendini tanı.
· Mutlu kelebekler gibi yaşamak zorunda değilsin. Kasma.
· Bir gün öleceğini bil.
· Ne yaptığını biliyorsan insanların ne söylediği önemli değil. Kararlarını kendin ver ve sonuçlarına katlan. İnsanlar her zaman bir şeyler söyler.
· Yeni şeyler öğren.
· Sana verilenle yetinme.
· Büyük ve ani yükselişlere hazırlıklı ol.
· Büyük ve ani düşüşlere hazırlıklı ol.
· Kibirli yada ezik olma. Panikleme.
· Gerçekten sevdiğin insanları kırmamaya çalış.
· Akıllı ol. Duygularına göre hareket et.
· İnsanlara bedel ödetmen gerektiğinde, ödet. Sabırlı ol. Bırak ilk hamleyi onlar yapsın.
· Her koşulda adaletli ol.
· İyiliği emret, kötülükten uzaklaştır.
· Otoriteyle problemin varsa, otorite düşünsün.
· Hayat yalnızca birkaç kez fırsat tanır. Ne istediğini bil.
· Fiziksel olarak iyi ol. Sağlığından ödün verme.
· Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak. Tuvaleti de, kızları da.
· Ölümden korkma, ölümü ara.
· Her zaman haklı değilsin.
· Gerçekçi ol, imkânsızı iste.
· Borcuna sadık ol, alacağını unut. Aptal hissedeceksen, verme.
· Aldığından fazlasını ver.
· Rol yapma. Salağa yatma.
· Çerçevelerden, şablonlardan, yasaklardan hazzetme.
· Bulanık olanı bırak, duru olanı al.
· Gerçeklerden kaçma. Hayal kurmaktan çekinme.
· Birinin rütbe, statü veya yetkisinden korkuyorsan onu tuvalette hayal et. Hepimiz insanız.
· Gerçekten istiyorsan, yaparsın. Yapamazsan, istediğin şeyin yolunda öl. 100 yılda bir çiçeklenen ağacın çiçeklenmesini izlemek uğruna harcanan bir ömür, boşa geçmiş sayılmaz.
· Doğu ve uzak doğu kültürlerinden bir şeyler öğren.
· Batı? Aynaya bak. Unut gitsin…
· Beyninin ve kalbinin derinliklerindeki kimlikle gurur duy.
· Dünya kendi evinmiş gibi yürü.
· Kalbinle düşün, beyninle hisset.
· Bir yudum su ve bir lokma ekmeğin insanı mutlu edebileceği düşüncesini aklından çıkarma.
· Temiz ol.
· Selam ver ve her girdiğin ortamın güzellik ortalamasına yükselt.
· Güzel bak.
· Savaşa karşı çık.
· Haksızlığa tahammül etme.
· Sana dokunmayan yılan bin yıl yaşamasın. Yılanın başını ez. Ezemezsen protesto et.
· Safını belli et. Gürültücü olma ama karda yürüdüğünde öyle iz bırak ki insanlar takip etsin.
· Birleştirici ol.
· Kötüleme, müjdele. Sevdir, nefret ettirme.
· Örnek ol. Saygı uyandır.
· Beddua etme. İsyan opsiyonel.
· Akışına bırak. Dünyaya hükmetsen, en fazla ölüme kadar kontrol edersin.
· Zulmetme, zulme uğrarsan mücadele et ve onurunla öl. Sakın kabullenme.
· Dünya boks şampiyonu da olsan, her zaman bir yerlerde senden daha iyisi vardır.
· Onurunla yaşa. Kendine saygını kaybedecek kadar düşme.
· Menfaat için eğilme.
· İyi bir dinleyici ol.
· Öldürme. Yaşat.
· Ne istersen onu ol. Birey ol.
· Kendi toplumunu, kültürünü tanı.
· Seni sen yapan şeylerden utanma.
· Kendi değer yargıların olsun.
· İnsan kendini yalnızca insanda tanır. İnsanı tanı. (Bu bir hayat sürebilir.)
· Yumuşak da olma, çok sert de. Bükülme, kırılma.
· Ailene değer ver.
· Karını okşamazsan, başkası okşar.
· Dünyada yeterince asık surat var.
· En büyük güç, düşmanı için iyilik dilemektir.
· Bir gün özgürlüğün, sevdiklerin bile elinden gitse hayattan umudunu yitirme.
· Her şeye rağmen hayat. Buna değer.
· Yardım et. Cömertlik şeref artırır.
· Sağ elin verirken sol elin görmesin.
· Dedikodu yapma.
· Başarıyı kutla.
· İhtişama önem verme. İhtişamın ulaştığı son nokta sadeliktir.
· Seni özel yapacak bir iş, yetenek, bilgi, nitelik vs. edin.
· En az bir sanat, bir bilim, bir sporla uğraş.
· Gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkma.
· Rüşvete, yolsuzluğa, ayrımcılığa, iktidara, yalana alışma.
· Ezme.
· Toprağa çıplak döneceğini unutma.
· Bu hayatta yaptıkların, sonsuzlukta yankılanır.
· Yalan söylediğinde, aşağılık sistemde benliğini kaybedip üstlerine yalakalık yaptığında, astlarını ezdiğinde, bir hiyerarşi ve çerçeve içinde yozlaştığında, düzene uyduğunda, menfaatini gözetip benliğinden ödün verdiğinde… dur, düşün ve kendine dışarıdan bak.
· Kendine tutamayacağın sözler verme.
· İçindeki hayvanı salmak da terbiye etmek de senin elinde olsun.
· İradeni zayıflatma.
· Bin kere tövbe edip bozsan da doğana uygun olandan vazgeçme.
· Planlama, şimdi yap.
· Değmeyeceğini bildiğin insanlara yaranmaya uğraşma.
· Kibir şeytanın en sevdiği günahtır.
· -cı, -cu, -ist… hiçbir kalıba sığma.
· Kendini başkalarının fikirleri, sloganları, ideolojileri vs. üzerinden ifade etme.
· Kimsenin maşası olma.
· Emir alma.
· Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma.
· Evli kadınlarla işin olmasın.
· İnsanlara güven. Ama içlerindeki şeytana güvenme.
· İnan, bil, sev, katıl, paylaş vs. ama her zaman aklının bir köşesinde seni uyanık tutan şüphe olsun.
· İçten pazarlıklı bir adamsan intihar et, yeterince var.
· Kimseyi arkadan vurma.
· Arabozucu olma.
· Gereksiz çıkıntılık yapma. Efendi ol.
· Küçük insanlar kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri… küçük insan olma.
· Başkalarıyla hesaplaştığın kadar kendinle de hesaplaş.
...

Gençliğe Hitabe

Sizler kendi yediği dayakları yıllarca anlatıp sizi dayak yemeye davulla zurnayla uğurlayan babaların çocukları olduğunuzdan, size yedireceğim ve hazmede(meye?)ceğiniz tüm eleştirilerde biraz mazursunuz, geleneğin kurucusu değil de uyum sağlayarak devam ettiricisi olduğunuzdan. Kendi orospuluğuyla övünüp müstakbel karısında bekâret arayan Türk erkeğinin diğer bir ikiyüzlülüğü de bu gelenekte: cesur geçinip güce tapınma korkaklığı. Hepiniz DNA’larınıza işlemiş militarist kokulu iç sömürgenin kölelerisiniz. Emir-komuta üzere yaşayıp, emir-komuta üzere ölürsünüz. Yeter ki vatan kışla paşalar ilah olsun -belki size de bir kemik düşer sofradan- . Bu düzen böyle devam etsin.

Eyyamcısınız. Seçtiğiniz adamı astılar seyrettiniz. Yaramaz çocukları astılar seyrettiniz. Aynı adamlar ellerini ovuştururken siz bölünüp “3 bizden 3 onlardan” şarkıları söylediniz. “Onlar ortak biz pazar”dı slogan, seyrettiniz eski vilayetinizin size fark atışını. Sonra aynı kapıda 40 yıl beklediniz. Ağlayıp feryat ettiniz ve hep devletten kemik beklediniz. Düzenden şikâyet ettiniz düzenden nemalanmak için. Üretmediniz ve gelişmediniz.

Alnınızın teriyle, dişinizle tırnağınızla inşa ettiğiniz cılız ekonomiyi sömürüp siyaset oyunları oynadılar yıllarca, Radyoevi basıp hükümet düşürdüler, bazen el koydular zaten kendilerinin olan düzene. Aşık Veysel’i Ankara’ya sokmadılar. Saracoğulları, Pekerler, Tandoğanlar geldi geçti üstünüzden. Siz yaşa var ol dedikçe, padişahınız çok yaşadı. Sırtınızda.

Gelene ağam gidene paşam. Sizin 4 kelimelik hayat dağarcığınız. 100 sene faşizme ses çıkarmadınız. Ezikçe, onursuzca. Çiğnenerek.

Barıştan ve özgürlükten yana, biraz olsun silah – petrol düzeninin, egemenlerin çıkarlarına karşı bir tavırda, savaşa ve haksızlığa karşı bir tavırda birleşmek. Propagandaya kanmamak. Fedakârlık gerektirir, lafta değil, eylemde; sloganlarla değil, fikir ve projelerle yürümek. Düşünmek. Mücadele etmek. Onuruyla ölmek. Onuruyla yaşamak.

Bir kez olsun kabullenmeyin yenilgiyi. Tek söylenecek olan budur.

Aslolan Yalnızlık

“Yalnızlık”; ne çok acı sığıyor bir kelimeye. Bil ki “yalnızlık”, bir gün yenileceksin, bir başka “yalnızlık” çıkacak karşına, birleşecek eller ve büyük bir “yalnızlık” olacaksın sadece...
Ünsal Sicilli, Tiyatrocu (askerlik ajandamdan)

“Yalnızlık” gidenlerin ardından boynu bükük bir annenin resmedilmesidir yazıyla... Yalnızlık mekansızlıktır ve yitirmesidir mekanın anlamını gidenin ardından; yalnızlık içinde bulunduğum haldir, giderken arkanızdan, bakan bir anne gibidir! Yalnızlık zamanın hüzünde durmasıdır.
Deniz Sulan, Yönetmen (askerlik ajandamdan)

Yalnız değilim, tek başımayım.
R. de Niro, Heat

Yıllar önce, “çağımızın felaketi” diye tanımlamışım yalnızlığı. Ne çocukluk! Şimdiyse, ne onu yüceltecek kadar ‘aşmış’ ne de lanetleyecek kadar ‘yüzeysel’ biri olarak, onu tanımlamaya ve onun hayatta ve insanda aslolan olduğunu anlatmaya çalışırken, esasında insanı ve hayatı, dolayısıyla yalnızlığı biraz daha tanıdığımı anlatacağım.

Önceleri; kendini sosyal, çevresindeki çok sayıda ilgili insandan bıkmış göstermeye çalışan bir yeniyetmenin acizlik isyanında bulur ifadesini yalnızlık : “Beni yalnız bırakın!” Oysa yalnızlıkla ilgisi olmayan bir yalnızlık isteğidir bu, ilkgençlik zamanlarının tantanası kadar da bilgelikten uzaktır. Yalnızlık da bir form olarak, bir olgu ve anlayış olarak, zamanla olgunlaşır, manada kesiştiği, hatta ta kendisi olduğu insan ve hayat kavramları gibi. Yalnızlığı bu şekilde haykıran bir ergen değil, “Yalnızım!” diye fısıldayan bir ihtiyarın sesi tam anlamıyla anlatır. Çünkü genç insan yalnız kalmayı istemese ve yalnız olduğu için dertlense bile bu “kimse onu anlamadığındandır”, oysa ihtiyarı hayatından gelip geçen binlerce farklı insan anlamış ve anlamamıştır, yalnızlığı dopdolu yaşadığı hayatının sonucu olduğu kadar, kendisinin sebebidir de.

Yirmilerin ikinci yarısıyla olgunlaşmaya başlayan her erkek, “arkadaşlık”, “çıkar” ve “vefa” kavramlarının tecrübeler yaşanarak yerli yerine oturmasıyla bahsettiğim ilkgençlik yanılsamalarından yalnızlık bilgeliğine ve barışıklığına doğru yelken açmış sayılır. Artık özel bir anlam, ortaklık veya menfaat ifade etmedikçe “okul”, “askerlik”, “iş” gibi arkadaşlık ilişkilerinin yüksek duygusallık ve içtenlik içerseler de temelde mecburi paylaşım ve uyuma dayanan ‘ortam arkadaşlıkları’ olduğu anlaşılmaya başlanır. Evliliğe değin, asi ve kırıcı bir ilkgençlik yaşamışsa gencimiz, ailesinin kıymetini anlamış biri olarak onların yerini ayırır. Birlikte büyük sözler verilen, hayaller kurulan “dostlar”, “kardeşler”, “kankardeşler”, “en iyi arkadaşlar” anılara saygıyla birlikte duygu opsiyonu gelişmiş bir “hey gidi günler” hafızasına, fotoğraf albümlerine, telefon rehberlerine hepsi ayrı ayrı özel olmakla birlikte aynı sınıflandırmayla kayıt edilir: geçmiş. Şimdi aslolan, şu anki ortam paydaşlarıdır. İşyerindekiler, beraber takılınan ve bu “geçmiş”ten kalmış kafadar bir “kanka”, ayrılana ve yenisini bulana kadar eldeki sevgili gibi. Hiç olmazsa, zamana ve anılara saygı duyarak, “geçmiş”ten mesela özel birini hafıza ve kalbinizde tutmak suretiyle, yıllar sonra bir ortaklığa (aynı şehirde yeniden buluşmak gibi) ulaşma şansı bulunduğunda, geçici bir süre de olsa aynı frekansların yeniden paylaşılabilmesi; herkesin kendi hayatı olduğunun bilincinde olarak, yine aynı anıların karşılıklı muhafaza edilmesiyle gerçek bir dostluğun bitmek yada geçmişte kalmak bir yana, esasında devam ettiği, hatta çıkarlar ve ortak ortamın getirdiği insan ilişkileri olmadığı için bozulmadan kalarak aslında geliştiğinin, ilkgençlik sonralarındaki yerli yersiz “vefasız!” suçlamalarının ne kadar anlamsız olduğunun bilincine varılır.

Bilincine varılan bir başka şey de, “iyi insanlar ve kötü insanlar” diye yapılan ayrımın yerini, “her insanın içinde yer alan iyilik ve kötülük” ayrımının almasıdır; insanın “insan”ı daha yakından tanıma tecrübeleriyle; insanların nasıl çıkar, duygu, mantık, kültür, yapı ve karakterlerine göre hareket ettikleri, kendilerini nasıl gözettikleri ve kendi değerlerine göre hiçbir doğal (ahlaki, insani, etik vs.) sınır tanımadan davranabildikleri gözlemlendikçe, “herkes kötü, ben iyiyim, ben farklıyım” aşamasından, “insan” ortak paydasının belirlenerek, insanın başkalarıyla birlikte kendini de yargılaması ve benzer sonuçları kendisi için de çıkarması aşamasına geçilir. –Yüzeysel kibir budalaları müstesna, bir nebze olsun bilgeliği olmayan insan bizim mevzubahisimiz değil. – Ve insan, sığlıkları, aptallıkları, hainlikleri, küçüklükleri, karaktersizlikleri, şerefsizlikleri, acımasızlıkları vs. ile diğer insanları yargılarken, kendinin de -ne kadar aykırı ve farklı, bir anlamda ‘yalnız’ olursa olsun- savunma mekanizması ile bu iğrenç ortam ve sisteme ayak uydurarak varolma savaşı içinde, belirttiğim küçültücü durumlara düştüğünü algılar ve kendini de “insan” sorgulamasının içine alır. Bununla birlikte tüm insanların, onların davranışlarının, fedakarlıklarının, yakınlıklarının, yapmacıklıklarının, yalanlarının, dürüstlük ve sahtekarlıklarının, zamana göre değişen dostların ve düşmanların, sürekli kazanılan ve kaybedilen arkadaşların, insanın yüzüne ve arkasından söylenenlerin, çevirilen dolapların ve insanın kendisinin çevirdiği dolapların ortasında, aslolanın yalnızlık yani insanın kendisi ve yaşadığı hayat olduğu bilincine bir adım daha yaklaşılır.

Genç erkeğimizin ayrı bir yer verdiği aile kavramında da, evlilik ile birlikte yaşanan yer değiştirmelerin ve insan ilişkilerinin doğal bir sonucu olarak yaşanan iyi ve kötü olayların insanı ittiği nokta, kanbağının da bahsettiğimiz tüm ilişki ve bağlardan yapaylık bağlamında çok da farklı olmadığının anlaşılmaya başlamasıdır. En yakınlar bile çıkarına göre hareket ettiğinde, ihanet ettiğinde veya beklenmedik bir davranış gösterdiğinde şaşırılmayacaktır, “insan” tanınmaya başlandıkça ilişki derecesi ne olursa olsun muhatabın ‘insan’ ve davranışlarının da nedenli insan davranışları olduğu bilindiğinden, iletişim ve yönetim tecrübeleriyle; bilinçli insan ilkgençlikteki duygu dolu tepkiler yerine, o an için girmesi çıkarına uygun olan rolün gerektirdiği söz ve davranış kalıplarına giriverecektir. Hayatın (ve “insan”ın) tüm yorgunluğu omuzlarında bile olsa, insanların ve hayatın onu yönlendirdiği bu “oyun” kabiliyetine neredeyse içgüdü ve alışkanlıkla sahip olacak, buna şaşırmayacak, ve artık ne kalabalıklara, ne kendine, ne hayata, ne de yalnızlığa lanet edecektir insan. Lakin bu noktadan sonra yalnızlıktır aslolan.