Salı, Aralık 9

Bir Kasım Sabahı Ankara’sında Soba Cafe

Bir Kasım Sabahı Ankara’sında Soba Cafe
.: Hayal mi, Proje mi? :.

Var mısınız Paylaşmaya? Yoksa Siz de mi Onlardansınız…

Bir Kasım sabahı Ankara’sı… Kapalı bir hava, inceden yağan bir yağmur, insana saatlerce altında yürüse bile ıslanmayacağını düşündürten cinsten. İçinize işleyen ama ıslatmayan, inandığımızı belli etmemek için çırpındığımız, sıkışınca tevazuuyla sığındığımız kaçınılmaz inançlarımız gibi. Yollarda gölcükler oluşmuş, herkeste bir telaş, asık suratların her zamanki koşuşturması; sizse kapüşonunuzu açmış, yürüyorsunuz, güneşte yürür gibi. Ama ne kış var ne yaz, havanın müjdesi ise bunların yokluğu değil, güzün varlığı. Dedem bir Kızılderili veya şair olsaydı, “düşen yapraklar ayı” der miydi Kasım’a?

Hayat olanca acımasızlığıyla sarmalamış bu ayı da… Yaz gecelerinde banka ATM’lerinde yuvalanan evsizler, kışın çıplak ayaklı sokak çocukları, güzün köprü altı bally’cileri olur bu ay. Kül rengi paltoları olmayanları üşüten rüzgâr, ayakkabı deliklerinden içeri sızan yağmur suları. Otobüs duraklarında titreyenler, baş döndüren açlıklarını belli etmeden. Öyle sahneler ki, ne kendi telaşında koşuşturan eli poşetli asık suratların umurunda, ne de üç beş satır yazıp, üzülüp, rahatlayıp işine bakan okur-yazar takımının. İnsanlar bu bencilliklerine “hayat” deyip geçiyorlar, ben yaşayabiliyorum ya, ne devlet! Yaşamaksa hayat yalnızca, buyurun yaşayın o zaman. Yaşayın bir Kasım sabahı Ankara’sını… Sizin olsun.

Bana mektup yazın, Marx’la, Smith’le, İsa’yla, Keynes’le, Mill’le, İbn Haldun’la, More’la, Shopenhauer’la, Meriç’le, Bakunin’le, Atay’la (ve tabi Işık’la), Tolstoy’la, Dosto’yla, Gorki’yle bekliyoruz mektuplarınızı. Ütopya mahallesindeyim ben, -hayat eğer buysa- ölüler âleminde, barış, kardeşlik, özgürlük, adalet düşlerinde… Kendinizi rahatlatmak için bir mektup yazın bize, sonra dönersiniz yine koşuşturmanıza… Burada aç değil kimse, çocuklar üşümüyor, kurşun yemiyor gençler. Slogan arıyorsanız bir Kasım sabahı Ankara’sında kalın lütfen. Bakın Soba Cafe’mizin kapısında yazıyor: “Sloganlar Giremez”. Sadece özgür düşünceye açığız. Soba’mız yanıyor, kimse üşümüyor, çayımız da var, bahar kokuları geliyor burnumuza, dost sohbetlerinde ortak hayaller kurarken. Bırakın bir Kasım sabahı Ankara’sında koşuşturmayı, ve koşmaya başlayın böyle bir yağmur varken. Ölümün farkına varın, hiçbir şeyinizden utanmayın, haykırın inançlarınızı, ve daha yaşanabilir bir dünyanın hayalini kurun. Yazın bize, ya da aramıza katılın.

Serkanok1983@yahoo.com

İnsanoğlu var oldukça var olacak savaşlar, açlık, adaletsizlik hep var olacak, sömürü sadece şekil değiştirecek. Hayat sevginin, kardeşliğin, ama aynı zamanda tüm bu kanın, gözyaşının, acının da toplamı olacak hep. Çıkar sahipleri ve bu “koşuşturanlar” değişmedikçe, hayat, dünya böyle kalacak, batana kadar. Bat dünya bat, ben sende yaşamıyorum zaten; bizimse aramızda hep sıcacık bir hayal ortaklığı olacak, “tertemiz bir dünya”, ütopya tek, fikir binlerce, sizlerce… Kurtulun bir kasım sabahı Ankara’sından! Kaçmayın yağmurdan… Belki yağmur açtırır güneşi, Güneş Ülkesi’ni…

Kaç kişi var aranızda Soba Cafe müdavimi olacak? Yoksa bir Kasım sabahı Ankara’sı insanlarının jargonuyla “batacak bir iş” midir bu Soba Cafe, evsizlerin, işsizlerin, hayalperestlerin, ezilenlerin, muhaliflerin okuduğu, yazdığı, konuştuğu, çay içtiği, birbirine yardım ettiği, paranın geçmediği, paylaşımın geçtiği Soba Cafe? Hayal midir?... Yoksa bir Kasım sabahı Ankara’sı kadar gerçek mi…

Soba Cafe Manifestosu


“Bir Kasım Sabahı Ankara’sı ve Soba Cafe”de anlatıldığı gibi, hür insanların bir soba etrafında ısınarak oluşturdukları bir kültür inşa edilecektir. Buna göre, İstanbul (Beyoğlu), Ankara (Bahçelievler) ve İzmir (Karşıyaka) ‘de üç mekân kiralanacaktır. Mekânlarda soba, çay ocağı, tost makinesi, masa-tabure, kilim-minder, ibadethane, boks salonu, kitaplık ve sahne standart olacaktır.




Soba Cafe’lerin girişlerinde “Sloganlar Giremez” yazacaktır. Bununla birlikte ezberler, tabular, tahakküm, hiyerarşi, otorite, militarizm, zorbalık, adaletsizlik, riyakârlık, gösteriş, yalan, kibir, çıkarlar, yalakalık, ayrımcılık, hor görme, kıskançlık, düşmanlık, savaş, açlık, soykırım, şiddet, stres ve her türlü kapitalizm koşuşturmasından doğan rahatsızlık, yorgunluk, nefret, ırkçılık, sömürü, sosyal statü ve sınıflar da dışarıda kalacaktır.




Soba Cafe’lerde para geçmeyecektir.




İlkin Soba Cafe Topluluğu kurulacaktır. Topluluk üyelerinden kurucu gönüllüler seçilecektir. Soba Cafe organizasyonunda hiyerarşi, otorite ve bu manifesto dışında kural geçerli olmayacaktır. Genel kural her katılımcının ortak insanlık ahlakı ve vicdanı olacaktır. Katılımda ayrımcılık yoktur, katkıda bulunmak isteyen ve belirtilen değerleri (özgürlük, barış, adalet) benimseyen herkes katılabilir.




Soba Cafe’ye ait giderler Topluluk üyelerinin gönüllü ödenekleri ve diğer yardımlarla karşılanacaktır. Şeffaflık esasına göre hiçbir gizli saklı olmayacaktır.




Her şey tam demokrasi, katılım, dayanışma ve eşitlik ilkesine göre belirlenecektir. Soba Cafe’de her ses, diğer ses kadar değerli ve saygıya layıktır.




Soba Cafe’de kalmak, mekân bakımı ve diğer işler için sokak çocuğu ve evsizlere yüksek ücretler ödenecek ve bu kişiler Soba Cafe çalışanı olarak görülmeyeceklerdir. Sorumlulukları sadece mekânın güvenliği ve selameti olacaktır. Soba Cafe’lerdeki fırınlı kuzine sobalarda bakır tencerede güveç, tepside balık, patates, ızgarada kestane, mantar vs. akşam yemeklerinin hazırlanması, çay servisi, bulaşık, temizlik vs. her hizmet gönüllü dayanışmayla yürütülecektir.




Soba Cafe’lerin sahibi Soba Cafe Topluluğu üyeleri olacaktır. Ancak mekânlardan işsiz, öğrenci, yoksul ve evsizlerin faydalanmasına öncelik verilerek Cafe’ler 2. maddede yer alan olguları içeri taşımayacak herkese açık olacaktır. Gazete yazarları, entelektüeller, kültürlü ve eğitimli insanlar, her kesimden gençler getirdikleri çeşitlilik ve fikirlerle sosyokültürel bir canlılık oluşturacaklardır.




Soba Cafe’lerde kar etme gibi bir durum olduğunda, elde edilen gelir bulunulan çevreye faydalı işlerde kullanılacak, eğitim, sokak çocukları, aşırı yoksulluk gibi konularda hayır kurumları ile birlikte çalışılacaktır. Soba Cafe’ler üye olmayanların da katkı ve desteklerini kabul eder.




Soba Cafe’ler tek bir ütopyayı (“tertemiz bir dünya”) paylaşan insanların güzel vakit geçirmek, nefes almak, hayal kurmak, kitap okumak, kendilerini ve birbirlerini geliştirmek, bu ütopya doğrultusunda değişime kendileri ve çevrelerinden başlamak, her türlü fikri, hayat ve dünya üzerine her şeyi paylaşmak, yazmak, yardımlaşmak, sosyalleşmek gibi amaçlarla hiçbir çıkar söz konusu olmadan bir araya gelmeleri esasına dayanır. Soba Cafe’de tiyatro, gösteri, müzik, film gösterimi gibi etkinlikler düzenlenebilir. Pop müzik, basit Hollywood filmleri, propaganda ve resmiyet içeren yapımlar, alternatif olmayan ve çıkar amaçlı genel/resmi ideolojik yapımlar olmamak ve Soba Cafe mantalitesine (özgürlük, barış, adalet) uymak kaydıyla.




Dekorasyon, Soba Dergisi, Soba Cafe web sitesi Soba Cafe Topluluğu’nun kurulabilmesi için ilk seferinde Serkan OK, Yeşim AKAR, İbrahim YAŞAR, Yalçın GÜMÜŞAY, Deniz SULAN ve Ünsal SİCİLLİ tarafından tasarlanacaktır. Sonra her türlü karar ve yetkiler topluluğun tümüne devredilecektir.




Soba Cafe’ler resmen restoran-cafe olarak geçecektir. Topluluk dernek statüsünde olacaktır.




Soba Cafe’lerde devamlı kültür/sanat faaliyetleri organize edilecektir. Belirli bir yönlendirme amacı güdülmeden, çeşitlilik esasına dayalı, propagandasız, serbest fikir paylaşımı ile gelişim ve eğitim sağlanacaktır. Hiç kimse hiçbir şekilde oluşan sosyal güçten çıkar beklemeyecektir. Statü, iktidar, otorite kavramları Soba Cafe’lerde zaten hiç yer almayacaktır (bkz. Madde 2) Her şey kardeşliğe dayanacaktır. Soba Cafe’ler üyelerin ve tüm insanların yaşam tarzında bir sadelik halkası olarak yer alacaktır.




Soba Cafe restoran-bar değildir. Distile içki bulunmaz. Sadece fermente içkiler (yerli yapım bira ve şarap) ve alkolsüz içkiler ikram edilir. Marijuana dışında uyuşturucu kullanımına izin verilmez. Sigara bağımlılarının diğer insanların sağlıklarına kast etmesine müsaade edilmez.




Soba Cafe kurallarına uymayan üyeler bir daha Soba Cafe’lere alınmaz.




Soba Cafe’lerde doğal olmayan ve çevreye zararlı hiçbir şeye izin verilmez.




Bu kuralların dışında, her şey tam bir özgürlüğü ve dayanışmayı temel alır.


Bir Eylül Gecesi Doğaçlaması

Odamı hayal edin. Yalnızım. “Boşluk”ta.

Ve orada öylece duran donuk, bön bir yığın; Türk gençliği. Yüzüne tükürsem, tükürüğüm aynada kalır. Süzülür aşağı doğru, seninle aynı yöne. Bir aldatmacadır dönüp giderken, ben aynada zavallı kendimi görürüm. Kendi toplumumu.

İki insan bir araya geldiğinde, atmosfere yayılan atbaşı bir dedikodu. Boş sözler, acınası muhabbetler. Kendi dramlarına attıkları kahkahalar. Trajedi hayatlar, dramatik bir boş vermişlik. Ölüm diye bir şey yoktur, yaşamanın tek amacı da başkalarının boş muhabbetlerine konu olmaktır. Sadeliğin değil sıradanlığın, tevazunun değil riyakârlığın, dürüstlüğün değil ikiyüzlülüğün, derinliğin değil gevezeliğin, kendini kaplayan bir sığlık içinde yüzeyselliğin hüküm sürdüğü bir budalalıktır hayat. Hayatları.

Bir hayat boyu sahip olunan üç beş mal ve evladın etrafında dönmek ve bundan ötesini akıldan bile geçirmemek kolaycılığı. Bu anlayıştan üreyen söz ve davranışlar, tutumlar. Taş taşıyan kölelerdir onlar, sahip oldukları şeylerin kendilerine sahip olmaya başladığı zavallı insanlar.

Kıskançlık, ahlaksızlık, yalan ve kibir… Dört elementi bu köksüz habitatın.

Dünyada iyiler ve kötüler vardır diye öğretilirler çocukken. Kendileri de iyilerden tabi, izledikleri çizgi filmin yapımcıları gibi. Sonra öğretmenleri olur, Atatürk biz Türkleri, hatta insanlığı (zaten insanlık da Türk’tür) kurtarmıştır. Ve onlar ömürleri boyunca her insanın içinde hem iyilik hem kötülüğün olduğu, tarihin ezberlere hapsolamayacak kadar geniş olduğu bir ihtimale, bir aşamaya ulaşamayacaklardır, çünkü zahmet etmelerine gerek yoktur.

Suç belki de yakın tarihimizde. Sürekli dövülerek, aşağılanarak yetiştirilen duygusal bir erkek çocuğudur Türk toplumu. “Kaybeden” olmayı içselleştiren, kendisine verilenin dışında bir hayatı sorgula(ya?)mayan, hiçbir manada öteleri kovala(ya?)mayan biri. Dayatmalar ve sınırlar içinde, yapabileceği, övünebileceği tek şey kalmıştır; dünyayı merak etmeden, ona layık görülen çerçeve içinde, daha çok para kazanmak, daha çok anlatabileceği/anlatılabileceği malzeme bulmak. Yozlaşmış, yozlaşan, yozlaşmakta olan, daha da yozlaşacak olan bir toplum. Yüz yıl içindeki tüm darbelerin başarılmış sonucu.

Çok yaşa Kenan Evren! Ve bak bir eylül gecesi doğaçlamasında, vara vara lanet bir eylül gecesine vardık. Senin doğduğun, bizim öldüğümüz eylül gecesine. Gri düşlerdeki Türk gençliğinin cenazesine.

12 Eylül 2008

Doktor

Doktor, doktor. Problemim insanla ilgili, sakın ukalalık yapıyorum zannetme, kendimi mükemmel bulsaydım, sana gelmezdim.

Sarılıyorum insanlara her yalnız insanın arzuyla yapacağı gibi, ancak ardından gelen kronik bir hayalkırıklığı ile küçümsüyorum da. Kaba insanın kabalığı devleşiyor gözlerimde, basit insanın basitliği, yüzeysel insanın yüzeyselliği... Batıyor kısık, küçük, çukur gözlerime. Bakışlarım ve hayallerim, gözlerim gibi derinleşiyor. Ziyadeleşiyor ziyadesiyle.

Doktor, doktor. Çok fazla hayal kuruyorum, çok. Bir dakika durmuyor. Hiç yorulmuyor beynim. Ruhum yoruluyor, kalbim yoruluyor sevmekten, sevmeye çalışmaktan; anlayamıyor hiçkimse.

Bazen korkuyorum kendimden ben bile, yapabileceklerimden. Oynatabilirim her birini, bir kukla kadar basitler; duygu, düşünce, davranışlarıyla sığlar, iguana populasyonuna benziyorlar alt-alta üst-üste yaşayışlarıyla. "Hayat" diye bahane ettikleri kendi çıkmazlarına gömülmüşler, debelenmiyorlar bile. Kabullenerek basitleşmişler, basitleşerek kabullenmişler.

"1"leri ve "0"ları, imajları, görüntüleri, gölgeleri aşamamışlar. İnsan yapımını aşamamışlar. Varamamışlar varlığa, gerçeğe, manaya varamamışlar. Ne düşünmüşler, ne de inanmışlar.

Ezberlerden öte değil bildikleri, sloganlardan öte değil inandıkları.

Doktor, doktor. Kendimi birşey zannetmiyorum, ve biliyorum bir nokta olduğumu. Onlara farkında olmadıkları için kızıyorum. İçlerinden geleni yaşama cesaretleri olmadıkları için.

Nasıl bağlayayım bilmiyorum. Simgelere, şekillere, kalıplara takıldıkları için kızıyorum. Öze değil görüntüye takıldıkları için. Göremedikleri, sezemedikleri, anlayamadıkları için kızıyorum. Derini. Beni.

Ve korkuyorum doktor. Yalnızlıktan da.

Ama korkarak yaşanmıyor. "Onlar" gibi mi olmalı? Zihnimi özgür bıraktım, doktor. Bırakmaz olsaydım!

Bana kendimi kandırmanın bir yolunu bul doktor, yada uyuştur beynimi...

Bana bir hayat bul doktor, onlarınki gibi...