Cumartesi, Eylül 12

Çakma İyimserlik


...

Başım ağrıyor, iftara yetişemeyeceğim, basıyorum.

Sanayi tarafından Samsun'un girişindeyim, sağım deniz, solum tepeler.

Belediye evleri kavşağında İstanbul'u anımsatan bir tıkanıklık. Kaza olmuş, iftara yetişemeyeceğim kesinleşti.

Başağrım açlıktan değil, stresten, kırgınlıktan, öfkeden, talihsizlikten ... yani kötümserlikten.

Birden bir serinlik hissettim. Camı daha da açtım, bangır bangır radyonun sesini kıstım. Denize ve muhteşem bir görünüm oluşturan gökyüzüne baktım. Tuval gibiydi.

Eylül ayının en sevdiğim ay olduğunu düşündüm. Tişört - gömlek takılıyorsun, akşamlar sabahlar serin. Gece sahil senin.

Bir an işi unuttum, hayatımın, insanların ve hayatların ne denli haksızlıklarla dolu olduğunu unuttum.

Öyle durdum. Zaten trafik de ilerlemiyordu.

İyiyim dedim kendi kendime. Geç kalacağım yalnız iftarın çıkışında rast geleceğim o rüya şirketin bölge müdürünün de diyeceği gibi işimde ve karakterimde iyi değil; acılarımı, sıkıntılarımı hiç belli etmeyip, her daim sağlam görünme iyiliğinde değil, hakikaten iyiyim, sadece iyiyim, diye düşündüm.

O an kaderin beni inişlerle çıkışlarla bir yöne doğru sürüklediğini hissetmemeyi, hayatın mantığında şans mantıksızlığının da yer tuttuğunu düşünmemeyi başardım.

O an, huzurlu, serin, ferah, nadir ve kıymetli bir andı.

O an sadece ben, deniz ve gökyüzü, o anın derinliğinde, o anın serinliğinde durduk; ve o mavi an öylesine serindi ki, üşümeye başladım.

Ve sonra klimanın açık olduğunu fark ettim...

Beni siktir edin. Beni alıp nefes alabileceğim en yüksek zirveye koysalar, ben gene konuşacak birşeyler bulurum. Nasıl baktığınız önemli.

Sizin klimanız her daim açık olsun, siz yeter ki onu fark edip büyüyü bozmayın.

...

Hiç yorum yok: