Perşembe, Mayıs 14

Başlığı Siz Koyunuz...


OCD (itaat et - tüket - öl) Bilgi Çağı'mızın mihveri ABD İmparatorluğu'nun şiddet ve sömürü (hala tam geçemediler silah/petrolden bilgisayar/genetiğe) üzerine kurulu Yeni Dünya Düzeni'nin (üçüncü dalga, hiper-imparatorluk çağı vs. ne derseniz deyiniz) bu günlerdeki nokta-i nazarına göre konjonktür, Orta Doğu'nun tehlikeli jandarmalığı işini güvenilir bir taşerona (bkz. Türkiye) delege etmeyi gerektiriyor. 1947'de İngiliz İmparatorluğu'ndan devralınan bu yarı-ölü otoriter ülke, 70 milyon nüfusu, altındaki petrol denizi, bor-toryum-neptünyum kaynakları ve gelecek potansiyeli ile de fazla güçlenmesine izin verilmesi tehlikeli olabilecek bir müttefik. Yani mesela bir Güney Kore değil. Yol verilirse ve iç-sömürge sürecinde kökleştirilen kalıntılar temizlenip İtalya benzeri bir süreçten geçerek demokratikleşirse İtalya gibi ne akar ne kokar bir ülkeden ziyade, Japonya veya Almanya gibi bir güç (hem de Ortadoğu'da!) olacağı aşikar. Meseleyi bir de bu ülkenin haritada sağına soluna üstüne altına bakarak mütalaa ediniz.

Süreç ve ABD çıkarları yine de 80 yıllık malum durgunluktan çıkmayı gerektiriyor. Realist ve vicdandan soyutlanmış bir bakışla baktığımızda, bu bölgeyi bir laboratuar, yakın tarihi de kontrollü deney olarak alırsak, sabit -değişmez- etken konumunda hep ABD (kısmen İsrail) çıkarları olduğunu ortaokul talebesi dahi anlar. Osmanlı olmadığımıza; açta açıkta olmamıza bakmadan Rus vizyonuna da zinhar sahip ol(durul)madığımıza göre, bunu değiştirmeyi, buna karşı çıkmayı düşünmek, hayal etmek bile abes kaçacaktır (20. yy. Türkiye fikir tarihi bunu düşünen her kesimden kellenin "bağımsız devlet"imiz tarafından kesilmesi yada yumruklanmasının tarihidir).

Bu bilmiş girizgah ne için?

Ergenekon'u şusu busu tüm itiş-kakışa bu açıdan bakınız. Artık faşizan bürokratik oligarşik devletten demokratik hukuk devletine evrilme gereği geç kalarak da olsa zuhur etmiş, "ağabey"lerimizden de onay alınmıştır (hatta çok partili yaşama geçiş gibi talimat onlardan gelmiştir, yoksa biz, ezilen halkımızla, semiren egemenlerimizle mutlu mesut, darbeli tokatlı geçinip gidiyorduk).

Temel tıkanıklığımız Kürt sorununun çözülmesi bile, Ortadoğu'daki değişim gereklerinin yanında küçük -ama temel- bir ayrıntı gibi kalmaktadır bu pencereden bakınca.

Ulan böyle bir fırsat çıkmış, akıllı bir adam ne yapar? Halkın çıkarları için durumdan vazife çıkarmaz mı? Biz istesek de istemesek de ABD'nin istemesiyle ite kaka olması mı daha onurludur?

Barış, pek çok şey getirecek. Refah, özgürlük, adalet; bunlar hep halkın menfaatine olan gelişmeler.

Fakat bakıyorsunuz, muhalefet liderleri kollarını kavuşturmuş istemezük de istemezük diye hönkürmekteler. Birisi terör örgütünü tamamen yok etmekten bile bahsetti.

Devlet amca, benden büyüksün, yaşına hürmetim var. 12 Kasım depreminin sabahında da Ankara'dan kalkıp Başbakan Yardımcısı olarak Düzce'mize, 36 metrekarelik prefabrik konutumuza teşrif buyurmuş, kardeşimi yanaklarından öpmüştünüz. Evimizin baktığı meydanda konuşma yapmıştınız : "Deprem yardımlarına hiçbir el uzanamayacaktır. Bir el uzanırsa uzanan o el, kırılacaktır!" Sonra Başbakanınız Ecevit paraların bir kısmıyla personel maaşı ödemişti. Ekonomi kötüydü. Düzce'yi il yapmıştınız.

Yine de "Ulan 25 yıldır neredeydiniz!" demekten kendimi alamadım. Halk desteği -ve devletin ateşe odun taşıması- olan bir iç savaşta, bu kadar odağın çıkarı varken, çözüm olarak bunu dillendirmeniz sadece daha fazla şehit istediğiniz anlamına geliyor.

Sizin bir parti lideri olarak mevcut düzenin devamından çıkarı olan kesimlerin sözcülüğünü yapmanız ihtimalini düşünmek bile istemem. Zira o görev, "Ergenekon avukatı" Baykal'a aittir.

Kendinizi, "Ergenekon Türk'tür, ya siz?" diye pankart taşıyan Eskişehir ADD üyesi kadının entelektüel düzeyine de indirgemeyiniz. Beyninizi aldırmış olamazsınız.

Kötü niyetiniz olmadığına göre, "gavur gibi biliyorlar, çıkar kolluyorlar" demek de istemiyorum. O halde sorun, bende, fikirlerimde yada üslubumdadır. Faşizme kızarken, 'benden farklı düşünen vatan haini'cilerden tiksinirken; bazen söz söylediğimde kendimi benim gibi düşünmeyenleri dışlıyor buluyorum. Belki de cins (trademark, alameti farika, the original) fikir üretmenin doğası budur, peşinen karşıt fikri dışlayarak doğar -sizinki gibi- "sağlam" fikirler (!).

Sizin düşüncelerinize alkış tutanları, "bir zümrenin çıkarlarının savunucusu", "statükocu", "bilgisiz", "sloganik düşünce sahibi", "hükümete muhalefet uğruna çıkar odaklarına hizmet eden", "hükümete muhalefet uğruna gerçek hükümete hizmet arz eden" gibi sıfatlarla itham etmenin kısmen haksızlık olabileceğini düşünüyorum.

Çünkü pek çok insanın kafasında "kürt sorunu realitesi" değil "bölünme korkusu" yatıyor olabilir. Mesela pek çoğu Dersim'i, Muğlalı olayını, Diyarbakır cezaevini gözardı ediyor, yada türlü nedenlerle "müstahak" görüyor olabilir. Esasen pek çok insan halktan değil devletten yana düşünüyor, böyle yapmakla belli bir kesimin çıkarlarına hizmetten ziyade, bir kutsala kendini feda etme (yada ona kıçını dayama) psikolojisi içerisinde olabilir. Gerçekten de, insan Türkiye'nin başına bela edilmiş yapay sorunlarda sorunun muhafazasından yana resmi tutuculuktan farklı düşünmenin, çözümden yana olmanın "tehlike" arz ettiğini, bu düşüncelerin dış mihraklarca bölünmez bütünlüğümüze tehdit olsun diye fonlandığını düşünebilir. Belki Türk'ün Türk'ten başka dostu hakikaten yoktur (faraza Ruslara karşı İngilizleri savaştırdığımız Kırım Savaşı bir utançtır). Etrafımız milletimize kast eden düşmanlarla çevrilidir. Belki İTC kökenli cumhuriyet yöneticilerimiz de, ırkçı bir devlet kurup güneydoğuda İngiliz'le anlaşarak (kendi vatandaşı / isyankar) Kürt'ü ezerken, doğuda Rus'la anlaşarak (kendi vatandaşı / isyankar) Ermeni'yi ezerken; emperyalizmin ekmeğine yağ sürdüklerini değil, emperyalizme karşı savaştıklarını düşünüyorlardı, vatansever niyetlerle.

Kimsenin vatanseverliğinden şüphe etmeye hakkımız yok.

İnsanlar benden farklı düşünebilir.

Ancak yine son yıllara bakıyorum, siz milletin meclisinde Merve Kavakçı taciz edilirken sahip çıkmadığınızda halk nezdinde MHP inişe geçiyor. Başörtüsü özgürlüğü konusundaki anayasa değişikliğine ilişkin iktidar partisine destek verdiğinizde ise yükseliyor. Cumhurbaşkanlığı konusunda destek verdiğinizde de tavan yapıyor.

Ne zaman özgürlükten, çözümden yani halktan yana olsanız yükseliyorsunuz.

Ne zaman devletten, statükodan yana olsanız, gözden düşüyorsunuz.

(Çünkü sizin Baykal'ın partisi gibi sınıf ve resmi propaganda tabanlı bir kitleniz yok.)

O halde ben bazı konularda yanlış düşünmüyor olabilirim.

Kaypak siyaset zemininde konum belirlemek sizin işiniz. Tıpkı Evren döneminde cuntaya övgü dizip, ardından anti-militarist kesilen kalem erbabının esas işlerinin kaypak Babıali zemininde konum belirlemek olması gibi.

Konumlar, çıkarlara göre belirleniyor.

Kendinize ait somut bir çıkarı kollamadığınızı düşünüyorum, hatta biliyorum. İktidar hırsı, para, kadın. Ne çıkarınız olabilir? Sizi tanıyorum.

O halde konum belirleme ikilemi, halkın sözcülüğü ile oligarşinin sözcülüğü arasındadır. Gereksiz girizgahta belirttiğim değişimin Türkiye lehine olan gelişiminin sözcülüğü ile, 20 yy. karanlığının sözcülüğü arasındadır.

Ben, kişiler üzerine bu kadar konuşmam.

Son iki seçimdir kimseye oy vermedim. (Bu yazıdaki mantığa göre beni AKP'li olmakla "suçlayacak" eşekler de çıkacaktır.)

Erdoğan'ın kıymeti, benim gözümde, militarist vesayete, milletin özgürlüğe, refaha, barışa giden yolda önünü tıkayan bu düzene karşı dik durması, durabilmesi ölçüsündedir. Keza Arınç, Gül, ve hatta sizin de. Baykal'ı saymıyorum bile.

Yıllarımızı, gençliğimizi çalan Demirel, Çiller, Cindoruk, Yılmaz, Baykal, Erbakan, Ecevit, Özkan, Bir, Evren, Karadayı, Kıvrıkoğlu, Sezer, "başarılı" olamasa da Eruygur, "arada derede kalsa da" Büyükanıt... bu sahnenin tüm oyuncularından ve bu sahneden nefret ediyorum, tiksiniyorum.

Mesela bir Hilmi Özkök'ü ise başımda taşırım.

Şimdi, çeteci rezaletin ortaya çıkmasıyla, Ergenekon'un parti ele geçirme projesi olduğu apaçık ortada olan Cindoruk tipine bakınız. Bir yanda da onurlu duruşuyla Süleyman Soylu. Sizce halk hangisini hayırla anacaktır?

Siyasi kişiliklerden kim anısıyla, kim anasıyla anılacaktır?

Darbe isteyen sanatçılar, rektörler, yargı mensupları, muktedir olamayan iktidar partisine muhalefet uğruna iğrenç şekillere giren demokrasi özürlü beyaz Türkler, yazarlar; çıkar sahipleri ve koparılan yaygarada çıkarını bilmeden söz üreten kişiler, kişilikler...

Bunları karakterden bile saymıyorum.

Sadece "darbe mağduru" aktörlüğüyle yıllarca halk teveccühüne mazhar olan Demirel'in, şimdi çıkarları icabı aldığı pozisyonun, halk nezdindeki kişiliğine getirisi ve götürüsünü düşününüz.

Erbakan'ın bir garip Stockholm sendromlu psikolojisini anlamaya gayret ediniz.

Ve onların hayatlarının bu son dönemlerini bu söylemle geçirip ölmeleri ihtimali ile, statükoya, militarizme direnerek, dik durarak (ki kaybedecekleri hiçbir şey yoktur) ölmeleri ihtimalleri arasındaki onur farkını düşününüz.

Şüphesiz onların da bir düşündükleri vardır.

Yüzlercesi tarihin çöplüğünde duran standart bir Ortadoğu / Afrika tipi yönetici imajı ve diğer yanda insanların hep hayırla anacağı demokrat / cesur / ileri / halkçı bir duruşun imajı.

Gerçi (bkz. kime göre neye göre).

Tercih sizin.


***

Konuyu dağıttığımın, daldan dala atladığımın farkındayım. Zaten bir konu seçmedim, "başlığı siz koyunuz" başlıklı bir yazıdan ne beklersiniz ki. Belli başlı konularda yanılıyor da olabilirim. Mesela Kürtlerle Ermenilerin ezilmesi meselesine zamanın koşulları ve seçenekleri değerlendirilerek farklı açılardan bakılabilir, yada MHP'nin başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliğine destek olması AYM ve CHP ile anlaşmalı siyaset oyunu olabilir, ama dışarıda böyle güzel bir bahar varken bu detaylar bana çekici gelmiyor. Ahmet Altan gibi "Baharın da anasını..." diyecek noktada değilim henüz.

Hem annem, Düzce'nin çam ıtırlı, kuş sesli çayırlarında kekik toplamaya çağırıyor.

Zaten blogumu da kimse okumuyor.

Hade eyvallah.

Hiç yorum yok: