Pazar, Mayıs 17

Şahit Yazarlar Aman Diyim

Sıkıldım.

Çok sıkıldım.

Birkaç misal;

Bir arkadaşın "feysbuk"ta paylaştığı videoda, bilmemne harekatımızdan görüntüler yer alıyor. İşte, havan mavan bir takım savaş araçları bomba, füze, roket vs. yağdırıyor. Sonra görüntüye parçalanmış, kevgire dönmüş vs. ceset görüntüleri geliyor. Küfür kıyamet ırkçı sloganlar eşliğinde (Mahmut Esat Bozkurt'a falan selam ediliyor).

Hayatında Hakkari'ye gitmemiş, tarihiyle, jeostratejisiyle, insani ve hukuki yönüyle Kürt Sorunu hakkında tek bir kitap okumamış onlu yaşlardaki otuzbirci bir internet bebesi bunu paylaşıyor, muhakeme ve algı kabiliyeti bakımından ondan hiçbir fazlası olmayan benim iş güç sahibi arkadaşlarım da zincire katılıyor, o "füze yağdırılan" toprakların kendi toprağımız olduğunu, annelerin karşılıklı acılarını, bu iç savaştan çıkar elde edenleri, dönen dolapları ve geçmişte yaşananları düşünmeden / bilmeden / bilip de işine gelmeden. (Benimse aklıma savunma bütçesi görüşmelerinde mikrofonu açık unutup müsteşarı korg.in kulağına "Bir operasyon daha göstersek bütçeyi kurtarırız" demesi geliyor MSB Vecdi Amcamız büyüğümüzün)


Bir başkasında, "kendi kanıyla Atatürk portresi çizen adam"la gururlanmamız isteniyor. İzlemedim, yorumlamadım, kayıtsız da kalamadım, Hasan Rua Demiroğlu'na mesajla gönderdim. O izlemiş, arkaplanda Osmanlı marşlarından biri çalıyormuş. Acı ironiden, cahilliğin böylesinden, eğitim politikasının sonuçlarından bahsetti. (Edit: Dayanamadım izledim. "Boya"sı tükendikçe jiletle bir kesik daha atıyor, tek kelimeyle iğrenç, mazoşistçe, psikopatça. Ama çocuk yetenekli, "kan"la -ki kan kutsal değil, "necis"tir, kutsal olan mürekkeptir- bu kadar haşır neşir olacağına resim yapsa, birşeyler olur. Ama nerde...)

Bunu paylaşan üniversite mezunu, halim selim kıymetli bayan arkadaşıma, bu görüntüleri izlerken gururdan gözlerimin yaşarmadığını söylesem, şaşıracak ve üzülecektir.

Bu kadar saftır.

O kadar saftır ki, türbanlı bir hanım yazarımızın İran dönüşü "şok açıklamalarının" yer aldığı, (hani şu "despotizmden iğrendim, sokakta polis insan haklarını ihlal ediyordu, baskı vardı, Türkiye'de yaşadığıma şükrettim" vs. dediği) videoyu paylaşırken de, "benim anlamadığım bu kadın bunları söylüyor da neden hala aykırı davranıyor?" notunu ekliyordu, kadının halen türbanlı (=aykırı) olmasına içlenerek.

Haberlerde, Danıştay cinayetinin yıldönümü olması hasebiyle, bir yargı kalantoru, hükümete giydiriyordu, türbanıydı, kaşımasıydı zartı zurtuydu (bkz. 28 şubat bin yıl sürecek). Cinayeti "irtica" işlemiş gibi. Aklıma hunharca katledilen Uğur Mumcu'nun eşi ve oğlunun "takıldığı" siyasi partiler geldi nedense. İlginç.

Sonraki haberde de Tandoğan'a (meydanın ismi bile manidardır) onbinlerin toplandığı söyleniyordu. Görüntüler tanıdıktı.

Haldun Dormen Müjdat Gezengiller de bizim Galatasaray'dan Taksim'e "sessiz yürüyüş" yapacaklarmış, laikliği korumak için, 500 metre.

Yeminle bıktım artık. İrrite oldum. Tiksindim.

Nedir bu?

Bu kadar insan, veya onları yönlendirenlerin hepsi, Ergenekoncu, darbeci, halk düşmanı, kutsal devletçi, statüko zaptiyesi, faşist, elitist, oligarşi savunucusu, korporatist, militarist, kötü niyetli, çıkar savunan güç odağı vs. olamayacağına göre, nedir bu?

Nasıl açıklarsınız bunun birey bazında psikolojisini, kitle bazında sosyolojisini?

Sınıf bilinci mi? Bir zümrenin, egemen kesimin, "Ayaktakımı"ndan tiksinmesi, elitizmi mi? Dezenformasyon, medya yönlendirmesi mi? İktidar partisi karşıtlığı mı? Bir tür militarizm, postal yalayıcılığı mı? Güce tapma mı? Stockholm sendromu mu? Otoriterlik, totaliterlik özlemi / sevdası mı? Demokrasi özürlülük mü? Demokrasiyi hazmedememişlik mi? Eğitim sisteminin, resmi propagandanın, bilgisizliğin sonucu mu? Oportünizm mi? Pragmatizm mi? Sosyal katılım mı? Güçlenen halk kesimlerine direniş mi?

Elbette kendim gibi düşünmeyeni dışlamıyorum. Ama bunları mantıklı gösterecek üç cümle kurabilen yok, hep aynı teraneler, aynı ezber.
...

Gündelik siyaset, oynak zeminiyle; kişiler ve olaylar üzerinden konuşmak, aldatıcılığıyla fena halde usandırıyor insanı.

Olgular, kavramlar üzerinden konuşacaksın. Araştıracaksın.

Felsefe bilmek, sosyoloji bilmek şart.

Tarih, en önemlisi.

Siyaset fosseptiğinde bulduğumda kendimi, saçmaladığımı bazen, bu şaklabanlıklara şahit yazıldığımı görüyorum sonradan. Lan gözümüzün önünde oluyor, GK Bşk. basın leşkerlerine siyaset şovu yapıyor, eski GKB televizyona çıkıp resmen saçmalıyor, GKB medyayı tehdit ediyor, askerler ölüyor, GK sitesinde hükümete lakayt bir tehdit metni yayınlanıyor, Şemdinli savcısı görevden alınıyor, başbakanla GKB resmen pazarlık yapıyor, krizler, 28 şubatlar... Demokratik hukuk devletinde, 2000'li yıllarda olmayacak türlü rezillik. Psikolojimiz bozuluyor.

Saçmalıklara şahit yazılarak, saçmalamaya mahkum oluyoruz.

Siyasetin içine çekildik mi, yukarıda değindiğim zavallı insanları, medyada yazarım diye geçinen organizmaları gördükçe, üç beş kitap da okumuşluğumuzdan, ahkam kesmeye / kendimizi ifadeye / kin kusmaya mecbur hissediyoruz.

Şahit yazıldık diye, şahitliğimizi yazıyoruz.

Kıt bilgiyle, büyük laflar etmeye kalkıyoruz.

Aha işte, bir yazımda, ABD'nin bizi 1947'de İngiliz İmparatorluğu'ndan devraldığını yazmışım.

Ulan sorarlar, dönemle ilgili kaç kitap okudun, geyik?

(Daha Birinci Savaş yenilgisi sonrası kuruluş ve erken Cumhuriyet döneminde pek çok şeyin İngiliz İmparatorluğu çıkarlarıyla örtüşen bir şekilde geliştiğini anlamak başka, mevzuyu 47'lere kadar uzatmak başka. İkinci Savaş'ta bi ona bi buna yamanıp savaş dışı kalmak iyiydi de, Stalingrad'dan sonra kabak gibi görünen zaferi öngörüp muzaffer devletlere diplomatik hamle yapsan ve onların safında yer alsan daha iyi değil miydi? Son ana kadar faşizme mi kıyamadın nazizme mi? Ya herşey olup bittikten sonra Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmek neyin nesi? Bu mu daha onurlu? E babayı aldık tabi. Ne demokrat olabildik, ne "muasır medeniyet"le (onlar emperyalistti de sanki Alman emperyalist değildi) müttefik. Bağımsızlıksa, 2 yıl bağımsız kalabildin, sonunda kendi ayağınla ABD sömürgesi oldun işte, hem de Almanya - Japonya - Güney Kore gibi tok değil, aç sömürge, yarı faşist sömürge, darbeli matkap rejimi... Sonuç olarak ABD İmparatorluğu bizi 2. Savaşın hemen ardından ekarte ettiği İngiliz İmparatorluğu'ndan değil, bizzat Atölye Şefimizin (veya Orkestra Şefimizin) tam bağımsız -ve bu uğurda yarı aç- ellerinden devraldı denebilir.)

Bugün, ben, fikir üretiyorsam, Fransa'nın numaralandırılmış cumhuriyet ve imparatorluk geçmişini, çalkantılı siyasi tarihini bilmem lazım. Birinci Savaş'taki İngiliz kamuoyunu gün be gün takip etmiş olmam lazım. 19. yy. Osmanlı - İngiliz - Alman - Fransız - Rus tarihlerini farklı bakış açılarıyla bilmeden fikir üreten bir adam, en iyi ihtimalle fikir üretmiyordur (bkz. beyin yerine göt taşıyanlar). İdeolojiden bahseden bile, ideolojisinin yaratıcılarını, yankılarını, sarsıntılarını bilmiyor!

Velhasıl, günlük siyasetin metaforundan çıkmadan, "insanlık" çapında (türümüzün... diye başlayan cümleler kurarak) Gündüz Vassafvari yorumlar yapamazsınız.

Savaşı ve diğer insanlık suçlarını yargılayamazsınız.

Milliyetçiyseniz (ki kurtulmaya en az gönüllü olduğum hastalığımdır) büyük (ama gerçekten büyük, başına büyük sıfatı konmasının emredilmesine ihtiyacı olmayacak kadar büyük) Einstein'ın "Milliyetçilik insanlığın kızamığıdır." cümlesini kavrayamazsınız. Hem Osmanlı'yla gurur duyup, hem milliyetçiyim diyen bir sürü budaladan farkınız kalmayacak, zira Osmanlı'yı yıkan da, bir-iki-üç? yüzyılı kana bulayan da bu milliyetçiliktir.

Ve işte ben, kendine hem anarşist, hem müslüman, hem Türk, hem liberal, hem liberter, hem savaş karşıtı, hem vatansever, hem hümanist, hem enternasyonalist, hem yenilikçi (sol), hem mukaddesatçı (sağ) diyebilen, daha doğrusu hiçbirini diyemeyen / demeyen / demek istemeyen, tüm paradigmalardan sıyrılarak düşünmeyi talep eden, arayan bir kimse - yim / olmak istiyorum.

Velhasıl, henüz, üretmek falan değil, öğrenmek istiyorum.

(Çünkü henüz ne idüğü belirsiz bir karışımım. Bir dezenformasyon fırtınası sonrası, resmi ideoloji kalıntıları, heyecanlar, duygular, hala gitmemiş sloganlar, yarım yamalak bilgiler, kıt bir tarih - jeostrateji bilgisi, fikir kırıntıları, hazır biçimli içi boş elbise gibi oturan ideoloji artıkları vs. çöplüğüyüm. İttihatçılıktan nefret ediyorum, savaşa karşıyım ama Kazım Karabekir hayranıyım. Öykülerinde nefret tohumlarını görüyorum, ama Ömer Seyfettin'i hala çok severim. Dersim'i falan biliyorum, ama hala bazı tahriklerine kızıyorum, milliyetçiliklerini sindiremiyorum, bizimkisi ise hala canayakın geliyor bazen, kolayıma geliyor. Tam liberal, tam sol, tam milliyetperver yada tam başka birşey olamıyorum. Olmak da istemiyorum aslında, ne -cı, ne -cu, ne de -ist. Şiddet karşıtıyım de, ve geç, ne var ki, damarlarımda geziyor bazen meret. Bu blogda yazdıklarımdan da utanıyorum. Allah'tan kimse okumuyor.)

Bilmeden ne üreteceksin?

Dinler tarihi, bütün bakış açılarıyla Birinci ve İkinci Savaş, 19 - 20 hatta 21. yy Avrupa ve Dünya tarihleri, tüm yönleriyle, farklı cephelerden kendi tarihimiz, antropoloji, sosyoloji, felsefe...

Bu da sanırım, siyasi gündemden, kamplaşmalardan, tüm bu çılgınlıklardan biraz kopmakla olur. Bu düzeye inmemekle olur.

Bilgisizliğini kabul etmekle başlar. Bilgisizliklerini kabul etmelerini beklemeden.

Ama söylemeden de edemeyeceğim, ekşisözlük'teki yeni türedi troll/faşist takımı, topunuzun ben anua koyim!

2 yorum:

metin dedi ki...

"Bu blogda yazdıklarımdan da utanıyorum. Allah'tan kimse okumuyor."

Bugün sizi kulübemin mutfağında görünce izinizi sürerek geldim buraya ve ben okumuş oldum işte! Genç kardeşim, utanmayın! Arayış içinde olmak güzeldir. Beynini betonlaştırmamış olmak ve buna direnmek güzeldir. Atgözlüklü magandaların hakim olduğu bir sosyopolitik-kültürel iklimde dünyayı, toplumunu, kendini arama ve anlama yolculuğuna çıkmak güzeldir. Niye utanacaksınız ki? Aksine bundan gurur duymalısınız.

Sevgiler...

Shere Khan dedi ki...

Metin bey,

Teşekkürler.

Yazdıklarımı okumanızdan ve yorum yapmanızdan mutluluk duydum.

Zaten arayışın, kafa karışıklığının, "talebeliğin" kendisi güzel değil mi?

Saygılar.