Çarşamba, Mayıs 20

Tanrı Nerede?

Çok sorulmuş bir sorudur: Auschwitz'de Tanrı neredeydi?

Şimdi Papa On Altıncı Benedictus Hazretleri de sorunca soru kıymete bindi, iyice çarpıcılık kazandı... Öyle ya, Tanrı'nın altı milyon insan gaddarca öldürülürken nerede olduğunu koskoca Papa bilmezse kim bilecekti?

Kendisini Frankfurt Havaalanı'na karşılamaya gelenlerin günahlarını yolcu salonunda ya da apronda bağışlama yetkisi bulunan adam, pardon, adam değil, herhangi günahkar bir kardinalken diğer kardinaller tarafından papalığa seçilince birdenbire 'yanılmazlık' kazanan yüce varlık mı soruyordu bunu? Hani şu, erkek olup olmadığını kesinlikle anlamak için seçildikten sonra diğer kardinaller tarafından taşakları okkalanan Tanrı temsilcisi?

Primo Levi de, oradan kurtulduktan sonra, geri kalan hayatı boyunca iki şeye hiç dayanamıyordu... Bir, sofrada çorba görmeye... İki, kendisine Tanrı'dan sözedilmesine...
('Auschwitz neresi, Primo Levi kim?' diye soranlar yazının sonrasını okumasalar da olur.)

Evet, niçin Tanrı 'müdahale' etmemişti, meseleye el koymamıştı, SS subaylarına ve neferlerine 'şöyle elinin tersiyle iki tane çarpmamıştı', bu insanların akıl almaz eziyetler ve işkenceler içinde süründürülmesine, katledilmesine göz yummuştu?

Toplama kampına düşmüş 'mütedeyyin' Yahudiler de anlayamıyorlardı bunu, niçin bizi kurtarmıyor diye merak ediyorlardı ölürken...

Oysa onları süründüren Alman askerlerinin palaska tokalarında da 'Gott mit uns' yazardı ha, Tanrı bizimledir! (Bende bir tane var, Varşova'da yaşlı bir Polonyalı'dan yirmi dolara aldım. 'Bu herifi sen kendin mi geberttin?' dedim, güldü, yanıt vermedi.)

Tanrı'yı 'bulutlar üzerinde oturup aşağıyı seyreden ve canı isteyince duanızı kabul edip tarlanıza yağmur yağdıran ak sakallı bir ihtiyar' olarak algılayan zavallılar, bu soruyu hep soracaklardır...

Türkler İstanbul'u alırken neredeydi Tanrı? Peki, buna ses çıkarmayan Tanrı bu kez Viyana'da niçin bize yüz vermemişti acaba?

Tanrı'yı arabanızın freni patladığı zaman hatırlıyorsanız, çok büyük bir ihtimalle o freni onarmayacaktır.

Bendenizin tariki, Muhyiddin-i Arabi Hazretleri'nin tarikidir efendim.

Bizim felsefemize göre, Tanrı belli hiçbir 'yerde' değildir, heryerde ve herşeydedir. Tanrı BİR ve TEK'tir, heryer ve herşey de bir ve tektir. Bir kum tanesi benim hem parçam, hem de kardeşimdir.

Fizik yasaları Tanrı'nın emirleridir. Matematik, Tanrı'nın yazdığı şiirdir.

'Sureti', sen baktığın zaman ete kemiğe bürünür, pardon, yani proton ve elektron kılığına girer.

Görüntüyü sen yaratırsın, bu bir yanılgıdır, asıl Yaratan hep o perdenin arkasındadır. Onu göremezsin, bir yerde ararsan bulamazsın, çünkü aynı zamanda senin içindedir. Hem içinde, hem dışında.

En el Haqq... En el Adolf Hitler... En el Recep Tayyip Erdoğan...

'Je suis la plaie et le couteau' diyordu büyük şair Charles Baudelaire... Ben hem yarayım hem bıçak!

Tanrı, ateşler ve dumanlar çıkararak dağların tepelerine inmez, 'komşunun karısına sulanmak yasaktır' gibi süfli emirler yağdırmaz, Filistinli körpe Yahudi kızlarını hamile bırakmaz, elinde gönye ve pergel taşımaz, savaşlara, maçlara, tartışmalı pozisyonlara ve hakem hatalarına da karışmaz.

Eğer Auschwitz varsa, bunun iki açıklaması olabilir: Ya bunun bizim aklımızın ermediği bir anlamı vardır, ya da hiçbir anlamı yoktur.

Bir anlamı varsa, ağlamak abestir. Katlanacaksın. Bir anlamı yoksa, enayilik edip Yahudi tarafında değil uyanıklık edip Alman tarafında bulunmakta fayda mülahaza edeceksin!...

Dostoyevski 1881 yılında 'eğer Tanrı yoksa herşey mubahtır' demişti ve insanoğlu yüz yirmi beş yıldır bu felsefe sorusunu aşamadı bir türlü...

Auschwitz'de Tanrı nerede miydi?

Hem üç aylık Yahudi bebesinin patiğinde, hem Zyklon-B gazının kutusunda...

Engin Ardıç

Hiç yorum yok: