Çarşamba, Mayıs 20

İnanç Sancısı...

Bir yazı okudum lakırdı'da. "Gardrop" başlıklı. Buraya almayacağım.

Ateist, agnostik, hıristiyan arkadaşlarım darılmasınlar. "İnanç Sancısı" onlara bir saldırı, bir dışlama, bir tartışma niteliği taşımıyor. Argüman falan sunmuyorum. Dini konularda tartışacak dini / felsefi / tarihsel / antropolojik birikimim yok benim. Mevzu kendimle ilgili zaten.

En yobaz zamanımda bile (kanıyla bayrak çizen) ben, faşist/ırkçı arkadaşlarıma "benim en iyi iki arkadaşımın biri kürt, biri ermeni", kürtleri yok etmekten falan bahsedene "bütün gücümle karşında olurum", kendisinden başkasını hor görene "sizin gay veya ateist tanıdığınız hiç olmadı mı? ben onları çok severim. ilginçtir, gay tanıdıklarım hem ince, kibar hem de tasarım yetenekli, yaratıcı kimseler olmuştur hep. ateistler de istisnasız dikkat çekici derecede iyi insanlar oluyorlar." diyen bir çocuktum. Garip bir şekilde, aval aval bakarlardı, itiraz falan etmezlerdi. Benim fikirsel "sağlamlığıma" olan kesin inançlarından heralde. Bunları vizyonumun genişliğini göstermek yada dikkat çekmek için söylediğimi düşünmüş de olabilirler, aynı bokun yolcusu olduğuma -onları kavgalarda hiç satmadığım için- eminlerdi, o halde bunlar "zararsız" çıkışlardı.

Fikir sancısı güzeldir. Okumak, aramak, öğrenmek, bilgi denizlerinde boğulmak, tarih okyanusuna açılmak. Belli bir ideolojinin literatürüne girseniz dahi, kazanacağınız çok şey vardır, o klişeler, o jargonlar bile insana en azından bir bakış açısı, bir üslup kazandırır. Hele bağımsız olursanız... O kadar çok konu var ki, hepsi birbirine açılan.

Ama inanç sancısı, başka.

Tabi her insanın kendi değer yargıları var. Asla kimseyi yargılamıyorum. Dedim ya bunlar kendimle alakalı.

Zannımca inanç, başka kapsamda değerlendirilmeli ve kişisel bir tercih olarak bireysel hak ve özgürlükler bağlamında ele alınmalı. Tabi ki şiddet sarmalında din/modernite tartışması yapılabilir, ancak bence inanç, kul ile tanrısı arasında, fikirden, ideolojiden, bağımsız, bambaşka birşey. Bunun psikolojik, tarihsel, antropolojik, felsefi, inançsal vs. kökeni, etkileri, sonuçları vs. üzerine konuşmaya yetkin değilim, elbette her konu tartışılabilir. Ama benim -benim gibi düşünmeyenleri dışlamak istemediğim için- bir türlü toparlayamadığım konu, başka.

Efendim, BENCE, dedim ya fikir sancısı ile inanç sancısını farklı ele almalı. İnanç (bireyin inanç sancısı, inanç tercihi, inanç sorgusu) meselesine bireysel ve özgürlükçü bir bakışla (bireyle ilgili herşeye baktığımız gibi) bakarak, biraz da olsa nefes almasına müsaade ederek, fikirsel tartışmadan bağımsız, şahsi mütalaayla, muhakemeyle yaklaşmalıyız.

Tabi ki, dini aşağılayabilirsiniz. Toplumsallığı, pratiği, tarihiyle, çok kolaydır bu. (Ama dinden önce inanç gelir ve bu, başka birşeydir)

Diyelim, müslümansınız.

Biraz vizyonunuzu geniş tutup, dünya coğrafyasına, dinlerin dağılımına, dinlere, toplumlara baksanız, kalıplarınızdan, pratiklerinizden farklı noktalara gidersiniz. Şiddet üzerine, kadının yeri üzerine tarihsel gerçeklerle, karşılaştırmalarla düşünseniz, kötü sonuçlara varırsınız. Tarihsel süreç bile tek başına size, "insanlık tarihinde tek tanrılı dinler henüz çok yeni" dedirtebilir. (İnsanın kadir-i mutlak / yaratıcı olduğundan hareketle, dinsellikteki nesneyi özne yapan bir bakışla) İnancın kendi öğretisinden (tüme varmadan) yola çıkmadan, tarih - toplum - felsefe ... -> insan bağlamında inancı ele alırsanız (tümden gelirseniz), kendinizi / inanç ve pratiğinizi küçük bir noktaya hapsolmuş görebilirsiniz.

Bunlara islamın son ve orijinal din olduğu iddiası, tarih, evrenin dengesi / gerçekleri, metafizik, görecelik, kuantum, sonsuzluk, kur'an'ın kapsayıcılığı vs. karşı tezler öne sürebilir, ama yine birşey ispatlamış olmayabilirsiniz. Her zaman argümanlar vardır, dine bilimsel bakıldığında. Çünkü sosyolojizmin, historizmin, natüralizmin zindanından bilgiyle kurtulabilir insan. Benliğinin zindanındansa inanç ve aşk ile. Meselenin temel ikilemini Ali Şeriati Marx'ın Alman İdeolojisi ile cebelleşirken ortaya koymuş olabilir (henüz ikisini de okumadım).

Sonuçta durumunuz, "yaşamı belirleyen bilinç" ile "bilinci belirleyen yaşam" arasındaki kabulünüzle ilgilidir. Bunu "inanç" ve "bilgi" diye de niteleyebiliriz. Ki elbette, dünyayı bilgiyle algılıyoruz. Ancak insanın idrakinin bir noktadan sonrasına yetmemesi, ölümün kesinliği ve hayata getirdiği anlamsızlık, "imtihan"ın temelinde yatan bu tercihte önemli bir rol oynuyor ki, tarihte en önemli sosyolojik olgulardan/realitelerden biri, din oldu. Bunun uygulamasını, her türlü eleştirirsiniz, dinin kendisini de eleştirirsiniz. Ama kendinizle başbaşa kaldığınızda, "bilgi"den uzakta, inançla ilgili tecrübeye bakmaktan bahsetmeye çalışıyorum ben bir saattir.

Annemin çocukluğumda attığı o inanç kırıntıları, yada "yaratılışımdan gelen" o kırıntıları canlandırması, benim fikir sancısından ayrı bir inanç sancısı yaşamamın da temeli. (Hindistan'da doğsaydın Hindu olacaktın tartışmasına girmeden değerlendirilmeli)

Bu, duygusal bir yön. İnanç, fikirden başka birşey. Bireysel, kişisel boyutta. Acayip bir motivasyon, temel bir güdü.

Bana lakırdı'daki yazıya şu yorumu yaptıran şey,

"of of.. o kadar haklısınız ki. “allahsız müslümanlık”ı okumuş gibi oldum. yada bursa ziyaretinde ulucami’de, muradiye türbesinde, çok sevdiği istanbul’da eyüp sultan’da, yeni cami’de vakit namazı kılarken ağlayan, eve döndüğünde hiçbir şey olmamış gibi ikiyüzlü yaşamına devam eden birinin tattığı kendiyle suç ortaklığı ve suskunluk psikolojisini hatırladım. umreden müthiş coşkularla dönen, akşamına bira bardağında eski günlerini bulan, tövbe ede/boza, kadınlarda kendini arayan birinin kızarıp kızarıp arsızlaşmaktan yüzsüzleşen yüzünü gördüm. inanmakla bilmek arasında bocalayan, imanla şüphe arasında saçmalayan, özgürleşeceğim diye benliğine hapsolan, ikilemlerde, çelişkilerde sürünen birini tanıdım.

kendimi okudum hocam."

Bu yazıda anlatmak istediğimi anlatamadım sanırım. Belki de saçmaladım, ilk defa oluyor bu. İlk defa bu kadar dağıtıyorum. Dedim ya mevzu kişisel.

Belki bazı soruların cevaplarını hiç bulamayacağım. Bu da, inanmak/inanmamak ikileminin temeli belki de, bir kesimin inancına göre, "imtihan"ın, yani dünya hayatının yegane anlamının, temeli.

İşte dışlayıcılık da var ama bu satırlarda. Sadece soruyorum, yetiştirildiğin koşulların, sana bağlı olmayan şartların, inancında, pratiğinde, yeri nedir? İmtihansa, imtihanda yeri nedir? Filistin gerillasını korkusuzca ölüme gönderenle, ateist Vietnamlı'yı, şintoist Japon'u yine korkusuzca ölüme gönderen aynı şey midir? Bu aynı şeyin farklı ifadesinden ibaret midir din/inanç? Yoksa herşeyin temeli, kaynağı onda mı saklıdır... Sosyolojik bir olgudan mı ibarettir, anlamı mıdır yoksa evrenin...

İşte bu sorgulama, dine karşı argümanlar, son tahlilde benim o bahsettiğim kırıntılar yüzünden ağlayabilmemi engellemiyor. Engellemesini istemiyorum belki. Bütün mesele bu isteme/me meselesi olabilir mi?

Bu sorular daha hiçbir şey.

Ama sanırım bu açıkyüreklilik de, her kesimdeki çoğunluk gibi riyakar, over-confident, önyargılı, dışlayıcı, bağnaz olmaktan beni koruyor ve sadece bu bile, anlamlı.

Velhasıl, nasıl fikir sancısı çekiyorsam, kafam karışıksa, inanç sancısı da çekiyorum. Ve belki de, fikirdeki gibi inançta da bu arayışın, bu sorgulamanın, bu karışıklığın kendisi güzel olan, insan için.

Hiç yorum yok: