Cuma, Mayıs 15

Herşey Bu Bir Paragraf İçin...


Laf kalabalıkçılığı oynuyoruz.

Zeka gösterisi cümleler kurarak Orhan Pamuk olduğumuzu zannediyoruz.

Devrik cümleler falan kuruyoruz bazen, yazıya dinamizm katmak adına.

Siyasetin fosseptiğinde boğulmaktan, bir Gündüz Vassaf olamıyoruz mesela.

Nazım Hikmet veya Necip Fazıl gibi, bizim bir "üslubumuz" yok.

Kendi yazılarıma bakıyorum; kıymetli babıalimizin yarattığı çoğu çıkara dayalı eğilimlerden meydana çıkan bilgi kirliliği ve bombardımanı atmosferi içerisinde, yalap şağ, ha babam, paldır küldür bir söz söyleme gayretinden ibaret.

Birşey bildiğimizi sanıyoruz.

Ve aklımızca, anlatıyoruz.

Sanki kendimiz ne anladığımızdan eminiz de.

Velhasıl, herşey, benim penceremde, tüm bu okuma, yazma, bu gayret, kendimce gerçeği bilme, anlama, düşünme ve nihayet, bir üslup sahibi olabilme meselesidir.

Ben bir yazar değilim.

Yılmaz Özdil'lerin, Bekir Coşkun'ların, Oray Eğin'lerin ve onların amirlerinin kendine köşe yazarı dediği bir ülkede yaşıyorum.

Ama kendimi yazar olarak görmüyorum.
Kendim yazıp kendim okuduğum yazılar yazıp kendimçe fikirler edindiğim dünyamda, bu şahıslardan çok daha onurlu bir duruşa sahip olduğumu düşünsem de, bir yazar olduğumu iddia etmiyorum.

Çünkü benim gözümde "yazar", mesela bir Cemil Meriç'tir.

Okurken kafanıza dank diye vuran cümleleri vardır Cemil Meriç'in.

Aynı zevki alabilmek için tekrar tekrar okuduğunuz yazıları, kitapları vardır.

Ben ayrıca 70'lerde ilk meydana çıktığında burnu kalkık edebiyat dünyamızca mesleği ve "edib" olmayışı icabı küçümsenen, dışlanan, "roman dediğin aklına ne geldiyse yazmak değildir" diye eleştirilen Oğuz Atay'ın, Tutunamayanlar'da 724 sayfaya "çok şey sığdırdığını" da düşünürüm.

Yani mesele, kısa ve vurucu yazılar yazmak, yada meramını uzun uzun anlatmak meselesi değildir.

Mesele üslup sahibi olmaktır.
Sanatkar olmaktır, esnaf değil.

Ve bazen de bir kitabın, ansiklopedinin, hatta bir külliyatın anlattığını / anlatamadığını, bir paragrafta yüze çarpmaktır.

Ben de, kendi adımla anılacak bir üslubun sahibi olabilmeyi, böyle paragraflar yazabilmeyi çok isterdim.



SEN BİR AZ-GELİŞMİŞSİN
Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar...
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır."
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az–gelişmişsin."
Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nisân-i zîşân" gibi gururla benimsedi aydınlarımız...


Cemil Meriç


Hiç yorum yok: