Pazartesi, Mayıs 11

İhtiyar Dedem Rahatsız

1938 doğumlu. T.C. vatandaşı; Türk, müslüman, sünni. İlkokul mezunu, çiftçi, ehil bahçıvan. Köylü. Askerliğe elverişli. Yapıyor da, 2 yıl. Karısının dedesi "4'ü İngiliz elinde esir 10 yıl" yaptığından, 2 yıl ona lütuf gibi gelmiş olsa gerek. Hayatın sunduğu tüm teklifleri reddetmiş, ne askerdeki komutanı yedek subayın "Ramazan ben senin kadar dürüst adam görmedim. Ben Adana'da Tekel Müdürü'yüm. Askerden sonra gel, beni gör." ricasını, ne de 1956'da baraj inşaatına gittiği Aydın'a yerleşme fikrini benimseyecek cesareti olmuş. Garibandır ama cevvaldir. Kızkardeşinin kayınbabasının bir kavgada kafasını tandıra soktuğunu duyar duymaz av tüfeğini kaptığı gibi kapısına gidip, adam pencereye çıkar çıkmaz tetiğe asılacak kadar cesurdur, Tatar Ramazan'dır. Devlet görevlileriyle (altı üstü jandarma çavuşu o da) "mıç mıç" olup, onu bunu ezerek hakimiyet kuran, su kavgalarında hep haklı çıkan ağalara karşı diktir, ama köyde sözü hiç geçmez. Fakirdir. Garibandır. Sırtından da jandarma dipçiği eksik olmamıştır.

Devletten zerre hayır görmemiştir. Dişiyle tırnağıyla, inşaat ameleliğiyle bir mühendis, bir astsubay, bir teknisyen, bir de lise mezunu yetiştirmiştir. 71 yıllık ömründe bir deste parayı birarada görmüşlüğü bulunmaz.


27 Mayıs'ı "Menderes'i, Polatkan'ı, Zorlu'yu astılar" diye, 12 Mart'ı "Bir binbaşının kızını mı ne kaçırdılardı, askere dönüverince, bir gecede hepsini astılar, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan" diye isim sıralayarak ; İkinci Savaş / Tek Parti / Milli Şef / İhtiyat Askerliği döneminin kıtlığını, açlığı, aç insanın nasıl vahşi olduğunu, sonra Menderes'i, traktör furyasını köylü saflığı ve pragmatizmi ile siyasete mesafeli, Marx'a göz kırparcasına ekonomik tabanlı ve realist bakışla anlatır, hep aynı birkaç cümleyi tekrarlayarak.

Sizi onunla, bu klasik millet efendiliği kisvesi altında ezilmenin sözlük tanımı bir hayat sürmüş "Cumhuriyet kuşağı Türk köylüsü" portresi ile tanıştırmamdan maksat, geçenlerde yaşadığımız dehşetengiz, ama yine köylü saflık, basitlik ve pragmatizmi ile muhteşem diyalogun arkaplanındaki psikolojiyi, oradan da sosyolojiyi yakalamak. Otoriter, totaliter veya faşizan, militarist vesayetin izlerinin kalıcılığı ve okumuşuyla cahiliyle, burjuvasıyla köylüsüyle, kapıkuluyla bilinçsiz/geleneksiz genciyle toplum üzerindeki ölü toprağının kalınlığını gözlemlemek.

Kutunun içinde birkaç Gündüz Vassaf, Vedat Türkali, Hikmet Kıvılcımlı vs. vardı, yeni siparişlerim. Karıştırmış birgün, bu çocuk ne okuyor diye. Fevkalade üzgün, kahırlı bir suratla gelir;

- Oğlum, sen ne okun? Etme oğlum. Ocağını söndürüler. Gaptırma paçanı.
- Birşey okumuyorum.
- Bir kitap gördüm. Nişanyan mı ne? Ermeni yazarı!
(Sevan Nişanyan'ın Yanlış Cumhuriyet'i)
- Dede ırkçı mısın ne alaka?
- Biraz baktım adam resmen Atatürk'e küfürediyor?!
- ?
- Oğlum, adam bizi gurtarmış. Sen ne okuyorun. Vallahi ocağını söndürüler. Yasak. Okuma. Etme. Gaç para verdin buna?
- Para mara vermedim.
- Bilirin oğlum, bilirin, bedava dağıdırlar. Gahırolasılar. Doğru durmazlar.
- Yasak masak yok dede. Eskiden daha mı iyiydi?
- İyiydi ya, disiplin varıdı. Etme oğlum, bizim gonşunun oğlu bilmemkimin bak ocağını söndürdüler, berduş oldu çocuk. (kimbilir hangi darbe kuşağından bahsediyor...)
...

Yüzündeki ciddi ciddi yazıklanma, kahırlanma ve korkuya tahammül edilecek gibi değildi. Stockholm sendromunun zirvesi bu olsa gerek! Atatürk'le ilgili tek anektodu bizim köyden Atatürk'ü görmüş birinin bir sohbette nasıldı diye soranlara "Donuz gibiydi" demesi ve köylünün adamı ipten kazıktan almak için "Bizim buralarda sağlıklı guvvetli adama donuz gibi denir" ağız birliği ile adamı kurtarmalarıdır. Milli mücadeleyle ilgili bildiği de "Top sesleri bizim köyden duyulurumuş" tan ibaret olmalı. Ve sanırım Avrupa'da 20lerde, 40larda kalmış olan totaliterliğin, en geç 70lerde bırakılan militarist vesayetin bizde hala yaşamasının, GKB'nın siyaset şovuna medya kalantorlarının sevine sevine koşturmasının altında, tarihimizdeki tüm felaketlerde askerin siyasete batmasının sebep olması biline biline, bizdeki muhtelif elit (!) kesimlere yayılmış çıkar, rant payı ve avantanın aranması gereğinin yanında; geri kalan ve geri (bırakılmış) olan ezilmiş yığınların bilgisizliği ve yukarıdaki diyalogda görülen korkunun izlerini aramak gereği. Şimdi, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?


P.S. "Benim gibi düşünmeyen herkes vatan haini"cilerin cumhuriyetle yaşıt korkuları (bkz. bölücülük) (bkz. irtica) (bkz. halk) (bkz. vakayi hayriye) (bkz. devr-i sabık) ile halkın ta kendisi dedemin korkuları arasında bir paralellik vardır belki de, kimbilir... :)

Hiç yorum yok: