Cuma, Mayıs 22

İnanç Sancısı 2 : İki Rüya...

İzmir'de, Buca İktisat/Hukuk kampüsünün canlı Dokuzçeşmeler tarafına değil öteki (Hasanağa Bahçesi de değil) tarafa açılan kapısının karşısında bir cafe vardı. (Yok, tabu falan oynadığımız yer değil, onun yanındaki) Beyaz boyası, müşterisizliği, sadeliği ve bakımsızlığıyla cafe'den çok boşaltılmış bir inşaat malzemesi dükkanını andırıyordu. Bir kere aceleyle köfte yeyip çıkmıştım - Eminem / Stan çalıyordu, hava yağmurluydu - daha da uğramadım.

Yıllar sonra bir rüya. Mekanın avlusundaki asmanın altında, masada, annem, babam, kardeşlerim - mutlu bir aile tablosu. Ben yokum, ama onları görüyorum. Mekan boş, ben camdan onları seyrediyorum. Birden kapıya bakıyorum içerden, kaldırımın kenarında üç aslan, bir erkek, bir dişi, bir de yavru. Kapıya yaklaşıyorum inanamadığım için. Kapı açık, bu sefer tek erkek aslan var, içeri girdi girecek! Kapıyı kapatmaya uğraşıyorum, kapatamıyorum. Birden, rüzgar mı, ruhsal bişey mi, kapıdan içeri yüzüme, göğsüme esiyor, beni geri ittiriyor ve aslan koşuyor içeri, üzerime, tam atlıyor, yüzüme, kalbimde keskin bir korkuyla uyanıyorum.

Geçen seneydi, Ankara'da çalıştığım işyerinde, çok sevdiğim, saydığım bir arkadaşıma anlattım. "Siz gelecekte para ve iktidar açısından çok güçlü biri olacaksınız Serkan bey" dedi.

Uyandığımda bile gözümün önünde uzun süre canlı kalan Resulullah mührünü ve anlayamadığım eski Türkçe (veya Arapça) yazıları anlatmamıştım.

Herhalde, gökkuşağının 7 rengini sırayla aklımdan geçirip, "zihnimin derinliklerine" 21 basamakta indiğimi, kapıyı açıp zihnime girdiğimi hayal edip, tavlamak istediğim hatunla 'etkileşip' uykuya daldığımda, rüyamda daha güzel bir başkasını (tanıdıklardan) kucağımda görüp, titreyerek uyanıp, gözümde canlanan üç boyutlu anlamsız şekillerin ve boşlukların içinde kaybolduğum anlamsız bilinçaltı rüyadan farklı bir rüyaydı.

Dağlardayım. Yükseklerde, uçurum gibi biryer. Aşağıda, üç güvercine pusu kurmuş üç kurt. Fotoğraf çekmek için telefonuma davranıyor, neden sonra vazgeçip, bir kulübeden onları izlemeye koyuluyorum. Heyecanlıyım. Aşağıdaki filmde, üç yaşlı kadın gelip kuşları kurtarıyor, bu sefer kuşlar kendi aralarında kavga ediyordu. Sonra kurtları yanımda buldum. Ne zaman yukarıya, kulübeye çıktılar? Eski püskü yorganı kaldırdım, biri arka ayakları üstünde ayağa kalktı, benden uzundu, dişlerini yorgana geçirdi, diğeri bacağımdan yakaladı, tenimde dişlerini hissettim, ama zerre korku yoktu. Gri ve kocamanlardı.

Bu da dün geceydi, anneme sordum, bilmiyorum dedi. Belki de kötü birşeydir, söylemek istememiştir. Zaten her seferinde "uyarı" der.

İnanç sancısı bu rüyaları iplemek / iplememek ikilemi olsa gerek. İplemeyen biriysen, görmezsin zaten. Oysa ben görmek istiyorum, ancak, inancımı (belki inançsızlığımı), paylaştıkça, anlattıkça, tartışmaya açtıkça, siyasallaştırdıkça (yada işin içine bilgiyi / sorguyu / başka insanları katınca), "büyü bozuluyor" - sanırım bunu kaybetmeye doğru gidiyorum. 'Kalp gözüm' kapandıkça, bu istem dışı şeylerden uzaklaştıkça, bilgisiz, sorgusuz, mantıksız bu duygudan, görsel/düşsel dünyadan uzaklaştıkça, "yaşamı belirleyen bilinç"ten, "bilinci belirleyen yaşam"a, maneviden maddiye sürükleneceğim belki de.

Böyle şeylerden nasibi olmayanlar gibi, ben de herşeyi bilinç altıma, kendime, insana, bilgiye yıkıp, hayatımı/tarihi inancıma göre değil, inancımı hayatıma/tarihe, insana göre şekillendireceğim.

Yazık. Bir inanç sancısı bile yaşayamadan. Yada inanç sancısının kendisi olarak, bu lütufa şükretmeden, bilincine var(a)madan.

Materyalist anlamsızlık ve soğuk tartışmalar, beni bu sancıdan mahrum bırakacak.

Oysa ben rüya görmek istiyorum.

Rüya duymak, rüya koklamak, rüya hissetmek, rüya (gibi) yaşamak istiyorum.

Çünkü yolunu katı bilinçle yada saf olmayan / saptırılmış inançlarla bulmuş liderlerin - insanların yarattığı dünyayı bilincimle anlamaya çalışıyorum, tek gördüğüm, tarihin kanla yazıldığı.

Hiç yorum yok: