Cumartesi, Haziran 20

No More Politics...

...

"Politics" kelimesini ne zaman duysam aklıma o sahne gelir.

2006, kıro patronumun eski model S320'sindeyiz. Karadeniz'in İzmir'i denen şehirde. Yanımda, Kops, Afrika kökenli bir arkadaş. İngiltere'de falan okumuş, İstanbul'da yaşıyor, enternasyonel. İngilizcem ilk defa işe yarıyor, "exploitation" üzerine analizlerini eşeliyorum meraklı sorularımla. Afrika'daki "halkın toplamından daha zengin devlet başkanlarını" anlatıyor. Bayaa istifade ediyorum sohbetten. Patron da dikiz aynasından bizi kesiyor, resmen şoför konumuna itildi herif, bi bok anlamıyor, zaten şüpheci bi tip. Kops gülümsedi, "Tell him we talk about politics," dedi, "...world politics". Gülümsedim, "...devam et patron," dedim, "geyik yapıyoruz."

Bugün medyayı tararken şu çift başlı hukuk mevzusu takıldı kafama en çok. Nabi yoldaşın da dediği gibi, kasvet bastı, iliklerime kadar.

Halbuki en az on değişik kuşun sesi geliyordu, arabayı bir ağacın altına çekmiştim. Hafif rüzgarın çamlarla ortaklaşa çıkardığı "huzur armonisi"ne karışıyordu melodi. Annem komşulara veda turundaydı, şoförlüğünü yapıyordum.

Bölük pörçük, sindire sindire, hala Atlas Shrugged'la cebelleşiyordum; sonlardayım şu ara, maalesef bitiyor.

Objektivizmin dibine vurmuşken bile, aklıma şu "belge" olayı geliveriyor, ne zaman kurtulacağız militarist vesayetten?

Siyaset siyaset siyaset.

Hem de fena halde gerici çıkmazlara gömülmüş bir siyaset, geri-ci ve ger-ici çıkmazlar.

Dünya ekolojiyi konuşuyor, bilişimi, genetiği, yaratıcılığı; kapitalizmin geleceği(?)ni ... Biz hala nerelerdeyiz.

1930'ların çığlıkları tepemizde.

Nimet Çubukçu'ya mektup yazasım var! Belki benim çocukluğumdaki "Canlılar ikiye ayrılır, bitkiler ve hayvanlar.", "Canlıların en küçük yapıtaşı hücre, cansızlarınsa atomdur." tarzı saçmalıklar düzeltilmiştir, ama hala aynı resmi ideoloji gırla, bu çağda, hala, eminim. Hazırol! Rahat! Bi dolu yalan. Ezber. Yüzeysellik.

Bunalıyorum böyle bazen.

Lakin ben kimim ve siyasetin bana ne faydası var? Bak hayatına işte.

Kontrolsüz bir kavşakta az daha benim gibi hızlı bir sürücüyle kafa kafaya giriyorduk cepheden, öncelik benimdi, ama kızkardeşim yaralandıktan sonra, zerre önemi yoktu*. ABS ve yeni fren teknolojileri, kurtardı bizi, olası bir felaketten. Ya eski bir araba olsaydı altımdaki! Ya bir saniye geç asılsaydım frene!

Gidilen komşulardan biri ağır hasta çıktı, tevafuk, iyi ki gitmişiz!

Acil'e yetiştirdik.

Hastanelerden nefret ediyorum.

Acil'e tamamen yanmış iki adam getirildi, boyahane yangını, iş kazası. Birinin durumu ağır, diğeri hayati. (İstanbul'a helikopterle yolladılar.)

Adamları önümden geçirdiler. Ayaklardan saçlara kadar kapkara iki adam.

Fena oldum.

Bir süredir görüşemediğim bir arkadaşı aradım.

Direkt "İyi misin?" diye girdim muhabbete.

"Ne alaka?"dan filan, "...kötüye bişey olmaz beni merak etme," noktasına geldi. Asıl beni sorup işsizliği kafaya takmamamı, eninde sonunda iyi bir işe gireceğimi söyledi, ben yapardım.

Uzun süre kendime gelememiştim, aramam da o huzur verici sesini duymak içindi.

Sonra Facebook'ta arkadaşımın o Karadeniz şehrindeki arkadaşlarıyla oluşturdukları yerel tiyatronun "Aman Babam Duymasın" adlı komedisinin TRT2'deki haber VTR'sine rast geldim.

Oyunun çok beğenildiği söyleniyordu.

Mutlu oldum.

Ama hala kaza tehlikesinin ve hastanede gördüklerimin etkisi geçmemişti. Bir de şuna rast geldim, gazetelere tekrar bi göz atarken.

Tam oldu.

Demem o ki, hayat, tüm dağdağasıyla, doluluğuyla, temposuyla, iyi/kötü sürprizleriyle en fazla, az biraz politicse yer bıraksın, siyasete ise aman billah yer kalmasın!

Bu kadar badire ile yaşarken her birimiz, varsın gündem siyasetinin / siyaset gündeminin gudik çözümsüz yapay sorunları ve kısır çekişmeleri bize uzak olsun. Fötürüne smokinine bir, apoletine tören kıyafetine iki!

...
(*) Cümlede ifade etmeyi beceremedim sanırım, cümle (unreal) conditional type 3 cümledir. Yani kimseye bişey olmadı Allah'a şükür, lakin, ucuz yırttık.

2 yorum:

gönül d. dedi ki...

Yıl kaçtı hatırlayamıyorum. Unabomber'ın manifestosu çıkmıştı. Çıktı diye duymuştum ama, kitapçılarda bulamayınca yayınevini buldum yine oralarda ara sokaklarda. Cağaloğlu'nda bir bodrum katı. İki kişi konuşuyorlar. Bir bayan ve erkek. Kitabı aradığımı bulamadığımı vs.. Başörtülü bir tip olarak orada bulunmamı o kadar garipsediler ki, yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı sürekli süzülüyorum. Hal hareket tutuk, yıkık dökük cümlelerle konuşma çabaları filan.. Açılsınlar diye manifesto sahibinden bahis açayım dedim. 'Hıı, evet..' Baktım konuşulacak bir halleri yok. Şok geçiriyorlar sanki. Konuşmadan bir süre baktım yüzlerine.. Kitabı aldım çıktım.
'Bu ülkenin Anarşisti de böyle oluyor ancak' demiştim. Uzun zamandır bakmıyorum hallerine. Hala öyle midir?..

Hep düşünüyorum, bu ülkenin insan kumaşı neden böyle. Bu kumaştan ortaya çıkan solcu da bir garip sağcı da. İslamcısı, Ateisti, Anarşisti.. Evlere şenlik..

Bizim postallı elemanların dediği gibi, bu ülkenin şartları filan? Nedir o? Havası mı suyu mu?!

Shere Khan dedi ki...

Bence "İhtiyar Dedem Rahatsız" yazısında bahsettiğim o militerinden siviline, devletlusundan garibanına herkesi "rahatsız" eden atmosferdir, bu ülkenin şartları. Dipçiktir, hala DeGeMe modundaki yargıdır, her daim "müteyakkız", paşasının medyasıdır, torna atölyesi üniversitelerdir, vesaire.

Evet "rahatsız"dır hepsi, kelimenin tam anlamıyla.

Ve gençleri de maalesef, sağ kemalist, sol kemalist, aynı tornadan çıkma "rahatsız"dır, ihtiyardan fena ihtiyardır. Gürültücü, güya 'aksi' ihtiyar.

"90lı bebeler" yazımda anlatnaya çalıştığım bir iki zıpır çocuk müstesna.

(Evet fazla megaloman oldu kendi yazılarıma referans vermeler falan, yazarmışım gibi, fakat hoşgörün zira bu aralar "bencil külliyat"a takılıyorum, Ayn Rand mayn rant. Ondandır:)