Çarşamba, Haziran 10

Gürol...

...

İstanbul'dan, iş görüşmesinden geldim.

Kardeşimin, yanında Abdülhey Çoban gibi (gran tuvalet mi derler) dolaşmamı istemediğini "casual gel lan!" şeklinde bildirmesinden mütevellit, takım elbisemi valize tıkıştırmış, bir adet 44 numara adidas gudyiğır sitirit 2 ayakkabı edinmiş, kanvası tişörtü çekip -her zamanki gibi- güle oynaya gitmiştim Beşiktaş'a.

Taksim'de, Üsküdar'da falan (ne alakaysa?!) gezerken ayakkabı vurdu, "phenomenal" taraklı ayağımı mahvetti, Göztepe'ye arkadaşların yanına acılar içinde geçtim.

Bir sigara firmasının MT sınavına girdim Hilton'da, bir başka FMCG devinin mülakatına girdim Ümraniye'de (görüşmelerde ayağımda "orcinal deri bu abi" iskarpin, üzerimde törkiş menifakçır takım elbise vardı).

Düzce'ye dört yerinden yaralı bir ayakla döndüm.

Hemen adidas mağazasının yolunu tuttum.

(Bu markaya garip bir düşkünlüğüm vardır.)

Yoğundu.

Çalışkan ve özverili tezgahtar koştururken bir saniyelik göz temasına bir "Hoşgeldiniz beyefendi" sığdırdı.

Gülümseyerek bekledim.

İki tezgahtar resmen işle boğuşuyordu, eski bir mağaza yöneticisi olarak, çalışmalarını sıkılarak yada acımayla değil, keyif ve takdirle izledim.

Birkaç dakika sonra tekrar yanımdan geçerken, kasada birşeylerle uğraşarak, "İsminiz nedir" diye sordu.

Söyledim.

Birden sizden sene geçmesiyle şaşırttı beni, bir yandan da çalışmaya devam ediyordu.

"Tanıdın mı Serkan?"

Birkaç saniye baktım, anımsadım,

"Mahalleden mi?" dedim.

Gülümsedi, "... mahalleden..." dedi.

"Yoksun abi görünmüyosun hiç" dedi, müşterinin işiyle uğraşırken.

Ona 99 depreminden sonra liseyi Konya'da bitirdiğimi, İzmir'de üniversite okuduğumu, yine İzmir'de askerlik yaptığımı, Samsun'da bir yıl, Ankara'da iki yıl çalıştıktan sonra istifa edip Düzce'ye döndüğümü, tekrar iş aradığımı, İstanbul'da görüşmeden geldiğimi, bu arada babamın emekli olduğunu, 24 yıldan sonra ailemin de bu bir iki hafta içinde Düzce'yi terk edip "memleket"e yerleşmek üzere olduğunu şöyle özetledim : "Ankara'daydım..."

"Ankara'da mı okudun?" dedi.

"Yok abi, İzmir'de okudum, Ankara'da çalışıyordum. Senin bura epey yoğun?" dedim.

O müşteriyle cebelleşirken en iyi ihtimal onu 10-12 yıldır hiç görmediğimi düşündüm. 25 yıllık bir hayat için uzun süre!

Gürol yan mahallenin çocuğuydu. Ağır Van Damme hayranıydı. Mahallenin iki efendisi ben ve Büyük Emrah'tan Emrah'a her seferinde meydan okur, dayak yer, yine -gözlerinde yaşlar- Van Damme gardı alır, hadi! hadi! diye bağırırdı. Delikanlı çocuktu.

Yüzü hiç değişmemişti, ismini hatırlamaya çalıştım.

Yakın arkadaşlarımın çoğu benim gibi Düzce'den ayrılmıştı, okul, iş vs. "Askerlik dışında Düzce'den ayrılmamış herhalde" diye düşündüm. Yakın bir arkadaşım değildi, aynı mahallenin (o zamanlar Düzce 16 mahalleden oluşuyordu ve "mahalle", "mahalle maçı", "mahalle kavgası", "komşu", "komşunun oğlu" vs. kavramlar vardı) çocuklarıydık sadece.

45 tam 1/3 numara ayakkabıyı buldu, normalde giyilmiş ayakkabı iade almazlardı, benim ayakkabıyı temizleyeceğini, bunu evde denememi, bu da büyük falan gelirse bi ayar çekeceğini söyledi. Ben de ona izin günü (Cuma) dışında bir kez daha geleceğimi, kızkardeşime ayakkabı alacağımı söyledim. Sabah 9 akşam 9 (oha! diyeceksiniz ama mağazacılar bilir, maalesef böyledir) çalışıyordu, ne zaman gelsem onu bulabilirdim.

Mağazadan kocaman bir gülümsemeyle ayrıldım ve evimin yolunu tuttum. "Sosyal" takılan insanlar gibi ilkokul - ortaokul - lise - üniversite - mahalle - asker - iş vs. hayatından geçen tüm insanların çetelesini tutup çevresinin genişliğiyle övünmeyen, ama pek çok insanın hayatından bir şekilde geçmiş bir insan olarak...

"Kendine iyi bak Gürol, kolay gelsin sana..."

...

Hiç yorum yok: