Çarşamba, Ağustos 19

"Ne Değil"i Değil "Ne"yi Cevaplayın...

...

Sevgili ateist arkadaşlarım.

Bu yazı kesinlikle bir tartışma daveti değildir, üst düzey bir inanç tartışmasını taşıyabilecek donanımda değilim.

Kaldı ki, kişinin inancını; tercih, özgürlük ve kişisel hak olarak görüyor, her türlü tartışmadan ayrı tutuyorum.

Lakin sizlerden bir ricam var.

Önce, cehaletimi bağışlayın.

Ateist külliyatta ne okusam çıkış noktası hep aynı olan yaklaşımların argümanlarına rast geliyorum.

İkna edici bir şekilde, dinin yanlışları, dindar insanın yanlışları, dindar toplumun yanlışları.

Sosyoloji, felsefe, tarih yada biyoloji temel alınarak, gayet ikna edici bir şekilde, dinlerdeki - dindarlardaki - dindar toplumlardaki tüm yanlışlıklar ortaya dökülüp eleştiriliyor ki bu literatürü okumak insanı mental olarak çok geliştiriyor, ufuklar açıyor.

"Ne değil"i çok güzel anlatıyorsunuz, "olan"ın yanlışlarını görmemize yardım ediyorsunuz.

Olaylardan, gözlemlerden teoriye, onun yanlışlığına geliyorsunuz.

Peki, din, saçmalık.

Yanlış.

Kötü.

Din, diyelim ki, "hayatı anlamlandırma çabamız"ın ürünü.

Tanrı da öyle.

İnsanların "14 yüzyıl önce yaşamış bir Arap vaizi"ni kendi ana/babalarından çok sevmelerini anlamıyorsunuz (ama bu sizin kendi pencereniz ve hiç bir şeyi ispatlamıyor!).

Peki.

Sizin öneriniz ne?

Sizce ne?

Neden yani?

Nedir?

Anlatın.

Herkesin hayatı boyunca kendine hiç sormadan hep sorduğu sorulara cevap verin.

Doyurun insanları.

Tatmin edin.

Tüm bu saçmalık, tüm bu güzellik neden?

Neden yaşıyoruz?

Valla, siz ne derseniz deyin, bana babannemin o acı dolu hayatı, mezarında mikrobiyolojik organizmalara dönüşmek için yaşamış olduğu düşüncesi çok ağır geliyor.

Bir hiç için, siperlerden çıktıkları saniyede anlamsızca ölen çocuk yaştaki Dünya Savaşı askerlerinin ölümleri, yaşamları...

Anlamsız geliyor, dünyayı, tarihi, sosyolojiyi esas alırsak.

Siz bunları esas alarak dini anlamsız buluyorsunuz.

Din saçma olabilir.

Ama sizin esas aldıklarınız esas alındığında da ölüm, hayat anlamsızlaşıyor.

Bana yardımcı olun.

Ama ne olur dindarların, dinlerin yanlışlarını değil, bana doğruyu söyleyin.

Neye inanmadığınızı değil, neye inandığınızı veya neyi bildiğinizi.

Elbette ispatı olmayan tartışma sürer gider, inanç kişiseldir, insanın yapısında vardır ve saire.

Ama ben insanın sorularına gerçek cevaplar veren tek bir ateist önerme duymadım (bu konuda cahilim).

Bana bunu verebilir misiniz?

Ha, inancın saçmalığı, yanlışı ve saire bunlara girecekseniz, şüphe kaşıyacaksanız gerek yok, ondan bende çok var. Soru istemiyorum, cevap istiyorum.

Şimdiden teşekkür ederim!

...

6 yorum:

Hasanrua dedi ki...

Son yıllarda iyice büyüyen "yeni- Yeni Ateizm" akımı da bu yazı da yokluğundan şikayet ettiğin şeyi temel alıyor.

Ateizm, tepkiseldir. Bu yüzden kısmen "bug yakalama" üzerine kuruludur. Bunun da nedeni açık, çünkü yeni bir iddiadan ziyade, var olan bir iddiayı reddetmek üzerine kuruludur.

Bu da onu ister istemez bir karşıtlıktan ibaret hale getirir. Ancak ateistlerin ahlak, maneviyat, dünya düzeni vb. konularda söz söylemediğini düşünmek eksik olur. Bunlar söylenir; ancak bu söylenenler çoğu zaman ateizmin de, teizmin de üstünde olduğu için ve Tanrı'ya inanıp inanmamakla alakası olmadığı için ateizm başlığı altında işlenmez.

Ben ateizmin bir ahlak modeli haline gelmesine karşıyım. Ateizm, tanrının ve dinlerin reddedilmesiyle kalmalıdır. Eğer ateizm üzerinden yeni bir ahlak modeli yaratmaya kalkarsak, kelimenin tam anlamıyla yeni bir din kurmuş olacağız. Yeni yasaklar, yeni günahlar, yani ibadetler hatta belki yeni inançlar. Üstelik, Tanrı'nın yokluğu konusunda tamamen aynı düşünen insanların başka konularda birbirine tamamen zıt düşünmesi de az rastlanan bir şey değildir.

Ancak ateistlerin "tanrıyı reddetmekle kalmamasını savunuyorum. Biz sekülerist-ateistler; dünyayı, insanı, insanın dünyadaki yerini, sağlıklı bir sistemi, yaşamı, yaşamın anlamını aslında dinlerden çok daha iyi ifade edebilecek altyapıya sahibiz. Teizm ve dinler üzerine kurulu olan göreli ahlak anlayışının ve daha da kötüsü ötekileştirmenin dünyayı ne hale getirdiği ortada.

Böyle düşünmemdeki temel neden benim ateizm anlayışım. Çoğu zaman agnostik ya da mutlak ateist olarak tanımlanabilecek bir anlayışa sahibim. Yani, aslında, Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu kavramı beni hiç ilgilendirmiyor. Belki, Atlantis kıtasının varlığı kadar ilgilendirir, o kadar.

Dolayısıyla, bir düşünce sistemi ortaya koyacaksak, bunu yaparken Tanrı konusu üzerine çok düşünmenin pek bir anlamı kalmıyor. Ateizm, ortaya koyduğumuz o düşünce ve yeni ahlak sisteminin bir etiketi olabilir ama temelinde olmasına gerek yok.

Dinlerin yaygınlığı ve toplumun, düşünsel hayatın köküne kadar inmesi onun karşıtlarında bile bir yer edinmesini sağlıyor. Sabah kalk din, akşam yat yine din. Din; onu çürütmek için bu kadar çaba vermemizi bile hak etmiyor.

Onu ait olduğu yere gönderirken bu kadar patırtı koparmanın da anlamı yok.

Hasanrua dedi ki...

"Peki biz neye inanıyoruz?"

Babaanneninizin toprağın altında mikroorganizmalara bölünmesinin bu hayatın bir gerçeği olduğunu, onu reddedip yumuşacık bir "haşr" adında battaniyeye sarılmak yerine bu gerçekle barışmanın gerektiğini.

Aslında, "Darwin sizi seviyor." başlıklı yazımda yaşamın Darwinist açıklamasının dünyayı teist açıklamasından daha fazla anlamlı kıldığını ancak bunun bugüne kadarki mana arayışındaki alışkanlığı ters yüz ettiğini yazmıştım.

Mana arayışı, eşyanın kendisinde sürer. Yanlış işte burada başlıyor. Eşya, hiçtir, önemsizdir. Bir eşyayı değerli kılan şey onunla olan ilişkimizin anlamıdır. Böyle bakıldığında; yaşadığımız evrenin Darwinyen açıklaması onun anlamını götürmüyor. Tam tersine; büyük bir mucize eseri bu dünyadayız ve her şeyi burada yaşıyoruz. Burada seviyoruz, burada aşık oluyoruz, burada terk ediliyoruz, burada mutlu oluyoruz, burada depresyona giriyoruz, burada sevişiyoruz, burada öpüşüyoruz, burada doğuyoruz, burada ölüyoruz.

Tüm bunlar burayı anlamlı kılmaya yetmiyor mu?

Bir de işin tersinden gidelim. Dünyayı Tanrı'nın yaratmış olma fikri ona neden anlam katsın ki?

Aslına bakarsanı Tanrı fikrinin tutulma nedeni dünyaya kattığı iddia edilen anlam değil. İnsanın temel korkularına, bilme gücünün gerisinde kalan büyük bilinmezliklere hükmetmesi.

İşte burada biz ateistlerin "yabancılaşma" dediği şey devreye giriyor. İnsan psikolojisinin doğal bir manevrası bu.

Biz ateistler; dünyanın bu haliyle daha anlamlı olduğuna, insanın özgürlüğüne, toplumsal adalete, insanların eşit olduğuna, elimizdeki hayat süresini doğru ve mutlu biçimde tüketmemiz gerektiğine, çevreyi korumaya inanırız.

Daha da temel olarak "gerçeğe" inanırız. Masallara, hikayelere, cehennemlere, cennetlere, zebanilere, meleklere, ilahlara değil. Metafizik bir güç tarafından üretilen masalsı bir mucize değil insanın kendi gücüyle yarattığı mucizelere inanırız.

Nazım'ın bir şiiri Musa'nın denizi yarmasından daha büyük bir mucizedir bizim için.

Hayatta sevecek ve sevilecek biriyle türlü fedakarlıklar üzerinde birlikte olabilmek Muhammed'in ayı ortadan ikiye ayırmasından çok daha büyük bir mucizedir bizim için.

Bu dünyadaki kötülüklerin düzeleceği başka bir dünyaya inanmadığımız için bu dünyadaki her türlü sorunun yine bu dünyada çözülebileceğine inanırız.

Bu yüzden çoğu Ateist, aynı zamanda hızlı bir aktivisttir. Savaş karşıtı eylemlere bakın, af örgütlerine bakın; çoğunluğu sekülerist kişilerdir.

Türkiye'deki sekülerist insanlar bir istisna ama; dünyada baktığınız zaman, özellikle Batı'da, seküleristler oldukça demokrat ve küreselleşmeciyken muhafazakarlar her türlü farklılığa karşıttır.

Ebru dedi ki...

Benimki ne yanıt ne de soru aslında. İçdöküş diyerek geçebilirsin ki yeri değilmiş dersen de alınmam:) Tanrı, din vs inançlı değilim sadece bir noktaya kadar o nokta doğumda hastanede oğlumu kucağıma aldığım an oluştu. Kaybetmekten ölesiye korktuğun şeylere sahip oldukça onu birine, birilerine bir güce emenet ederek yaşamaya başlıyorsun.Başka zaman akılmın ucundan geçmez ama oğluş olunca sözkonusu işte orada çuvallıyorum:)

Shere Khan dedi ki...

Hasan,

Çok teşekkür ederim.

Dediğim gibi, din eleştirilerini okumak, insana çok şey katıyor, ufuk açıcı oluyor.

Pek çok konuda cevabımı aldım, ateistlerin neye inandığı, neyi düşündüğü konusunda mantığımı tatmin ettin. (Lakin ben bu çıkış noktaları ile ateist olur muydum, sanmam.)

Ben yine de kendi adıma, idrakımın sınırları olduğunun bizzat şahidi olarak -öyle olmasaydı sorular, bilinmezlik ve sonsuzluk sorunsalıyla kıvranmazdım- ölüm gerçeğinin beni anlamaya çalışmaya zorladığı "hayatın anlamı"nı senin bahsettiğin tepkisellik / soğukkanlılık / inanca ihtiyaçsızlık / mantıksallık ile aşabilir miydim, sanmam.

Sanmam ki tüm yakınlarını kaybetmiş savaş mağdurunu "Onlar mikroorganizma oldu. Sen de yaşayacak, ölecek ve mikroorganizma olacaksın. Hepsi bu." ile teselli edebilelim.

Sanmam ki 80'ine dayanmış ihtiyarı "80 yıl yaşadın. İyi veya kötü. Yaşandı bitti. Geri getiremezsin. Az bir zaman sonra ölecek, toprak olacaksın." ile yatıştırabilelim.

Sanmam ki annesi babası ölmüş çocuğu "Onlar yok oldular. Sen de koca bir hayat yaşayıp yok olacaksın." ile susturabilelim.

Elektronundan gezegenine, hareket ve düzen içindeki şu evren, insan algısını hapseden zaman-mekan boyutları itibarı ile sanmam ki her sırası gelenin bakıp geçtiği bir pencereye tekabül etsin ancak aynı zamanda pencereden görünen manzaradan ibaret olsun.

Benim bakışım bu yönde, bilmiyorum.

Belki Yunus Emre'nin dediği gibi, mezar taşları "hece taşları"dır.

O hece "an"dır. Aslında bir "an" yaşayıp, zamanın esaretinde "90 yıl yaşadık!" zannediyoruz.

Ben hayatın "an" olma ihtimalini yok sayamıyorum.

Çünkü ölüm de bir "an"dır. Ve sonrasız an, anlamsızdır.

Kısıtlı boyutsal algımın tekelinden bakıp, hayat bu, zaman bu kadar, mekan burası, yaşayıp öleceğim, hepsi bu demek, bana yeter mi, yetiyor mu, bilemiyorum.

Zaman kavramından bağımsız dejavular yaşayıp, rüyalar görüp, sınırlı idrakımın hapsolduğu bu boyutu esas alıp "Ötesi yok!" deyivermek, zamanın ötesinde olabilecek bir öznenin, başlangıcı olduğu fiziksel olarak iddia edilen zamanın mukadder sonundan sonrasının olmadığına, ve bütün bu olan bitende bir özne bulunmadığına inanıp, "Ben inançsızım!" demek beni tatmin eder miydi ,sanmam.

Şunu da belirteyim, ateist arkadaşlarımın dürüstlüklerine, entelektüel seviyelerine hep hayran olmuşumdur. Aynı şey pek çok dindar arkadaşım için de geçerli.

Demek ki yaşam/insan kalitesi ve entelektüel düzey konusu da samimiyetle ilgili, inanç kişisel ve kişinin sorgulama hakkı, yalnız kendi inancı için.

Hayat ve ölüm üzerine düşünmek insanı uzaklara götürüyor.

Ben kaybolamıyorum... Aynada kendimi görürken kaybolur muyum, sanmam.

Ben bir müslüman olarak çok kez imanımı kaybetmiş geri almışımdır, şüpheyle iman ikiz kardeştir bedenimde, lakin ateist tepkiselliğe bir kez olsun yaklaştım mı, sanmam.

Shere Khan dedi ki...

Ebru,

Cennet anaların ayağı altındadır.

:)

İyi düşün ama neden babaların değil, anaların.

Ve neden maksimum muhteşemlikte olduğu öne sürülen bir yer, kutsal bir yer, Hadis-i Şerifte "ayak altında" olduğu belirtiliyor, onun üstüne bastığı hayal edilen analık vasfı, nasıl bir kutsallığa layık görülüyor, ki hakkıdır, bunu da en iyi siz anneler bilirsiniz.

Bu arada oğlun çok şeker:)

Ebru dedi ki...

Teşekkür ederim. Darısı başına:)