Cuma, Kasım 13

Darbe Günlükleri... #1

...

Selam :)

Bu da benim sana ayrılırken hediyem olsun... İnsan kendi kaderini kendi yazar demiştin bir kez. Belki de haklıydın. Yaptığım her seçim, bugün burada olmamı sağladı. Tıpkı dün "yanında olmamı" sağladığı gibi. Bazen bazı şeyler söylenmez, yaşanır. Hayatta üstünde konuşulamayacak, kelimelerin yetersiz kalacağı şeyler de vardır. Bilirim...

Çocuğum :) Evet bi yerde çocuğum. Ama aptal bi çocuk değilim. Asla yanlış anlama. Çok büyük hikayelerim yok belki ama söyleyecek sözüm çok. Sadece nereden başlayacağımı bilmiyorum. Kendimi açmak istemeyişim değil bu, anlatamayacak oluşum belki. Şu gerçeği görmezden gelemem ama, hayatımda hiçbir kimse için -DAHA- keşke beni tanısaydı, keşke söyleyemediklerimi söyleyecek çok vaktim olsaydı diye düşünmedim.

Pişmanlıklarım olmaz benim, genelde ne geldiyse aklıma, içimde kalacağına dışımda olsun, yine üzülebilirim ama ileride bir gün neden diye sormayayım diye düşündüm. Bu noktada sana Ahmet'ten bahsetmeliyim. Bazı insanlar vardır, sevdiğini haykırmak istersin ama kaybedebileceğin şeyler korkutur seni, güveni, dostluğu, varlığı... Bir zaman -garip ama- yaşama sebebim oldu, kalktım buralara geldim de bu gücü nerden buldum kendimde, ben kimdim de... Ondan öğrendim. Mutlu olmayı ondan öğrendim. Dalga geçmeyi. Sadece varlığı için şükrettim, sadece bana kattığı sevgi için, yaşam için. Ama sonuçta bilirsin biraz da "kendinden yanadır yürek," acı çekeceğimi anladım. Kalktım geldim, daha güzel bi ifadeyle kaçtım, geldim :)

Ne bulacağımı sandım, ne umdum bilmem. Geldim, yalnızdım, kararımın arkasında ama huzursuzdum. Sonra Hakan çıktı karşıma... Dur biraz daha geri döneyim. Babama... Benim için dünyadaki en önemli varlığıma. Zeki bi adam, yetenekli, hem de her konuda, hayranlığım ilk etapta bundan kaynaklanır. Meslek lisesi okumuş, otelcilik turizm. Siyasi bi adam, solcu yani sizin deyiminizle komunist, ama sevmem bu kelimeyi... Emekçi demeyi tercih ediyorum. Aşçı benim babam. Pasif bi solcu değil. Anlayacağın çocukluğum bu kavganın içinde geçti. Evimizde saklananlar, tutuklananlar, türküler, marşlar, mitingler... Üniversiteye başlayacağı dönemde (nedense!) vazgeçmiş, mecburi hizmetinden de vazgeçerek gelmiş İstanbul'a, ailesinin yanına, iş aramış ve bulmuş, tabi babamın mesleğini merak ediyorsun şimdi, kapıcıydı babam, İstanbul'da, Kadıköy'de, Göztepe'de... Her simitçinin simitçi olmadığını öğretti dedim sana, babam bana! Çok insan saklandı bizde. Bizim evde, benim resimlerime baktığında sorduğun ve benim hapishanede dediğim adam örneğin, babamın arkadaşı, o da bizde kalanlardan...

Sever okumayı babam, belki Deniz'in odasını dolduracak kadar kitabı vardı. Ben ikinci sınıfa gidiyordum, bir gece polisin beni uyandırdığını biliyorum. Babamı aldılar, çok değil bir hafta gözaltı, örgüt olayları :) Tabi yok aslı astarı... Kitapların büyük kısmı, hem de zararsız bir kısmı amcam tarafından yok edildi. Kalanlarında İstanbul'dan İzmir'e, İzmir'den İstanbul'a taşınmalar sırasında büyük kısmı gitti. 59'lu babam ama gamsız bi insan. Çok az beyaz vardır saçında. Sorsan adil, eşit bi dünyadan başka bişey istemez, bir de mutluluk. Yani maddi boyutuna geliyorum olayın, sıkıntı çektiğimiz oldu.

İzmir'e babamın emekliliği ve deprem nedeniyle geldik. Babam bu iki sene zarfında, İzmir'de, çalışmadı, hazır para yedik ve açıkçası, maddi sıkıntı dediğin kavramı burda öğrendim, öğrendik. Annemin çok ağladığını bilirim. Ben kendimin çok ağladığını bilirim. Bazen bazı yerlerde tıkanıp geleceğimden sırf bu nedenle korktum. Ve belki sırf o günleri yaşamış olmaktan dolayı bağlıyım aileme. Neyse İzmir'de olmadı anlayacağın ve babam ÖSS'de İstanbul'u yazacaksın dedi. Babamın ağzından bugüne kadar yani o güne kadar duyduğum, benim hayatıma dair duyduğum, tek emir cümlesiydi desem...

Karar alında sonuçta, İstanbul'a geri dönülecek, bahane de ben olacaktım. İstedim mi hatırlamıyorum ama gittim. Sebep bulamıyorum. Ve 2 sene orda işte...

Neyse döndüm Hakan'a... İlgi-alaka ihtiyacım da vardı, eğlendim de onunla, tarzım olmayan birşey bu. İlk defa. Ben güven problemi olan bir insanım, yakınlaşma problemi olan. Ne düşündüm bilmem. Bi insanı sevmek için aylara ihtiyacı olan ben, 10 günde bağlandım ona...

Ve kızdın sen bana biliyorum ama düşündüm, geleceği... Yılları, yıllarımızı... Birlikte geçtiğini. Derinlerde bir yerde inandırdım kendimi. Ağzım söyledi hep olmaması gerektiğini ama inandım ben. Söyleyerek olmayacağını onu kırmak istedim belki. Ama artık gereksiz yere çok üzüleceğimi anladığım anda son verdim işte... SEN!

Ne noktada girdin hayatıma yada ne zaman önemli oldun bilmiyorum. Sadece -bi zaman- seninle olmak istediğimi anladım. Yani seninle olmak derken, seninle konuşmak, birşeyler paylaşmak. Okula geldiğimde senin için bakındığımı fark ettim, yeni bi film, eski bi film, bi şarkı, bi ayrıntı, bi an, bi anı ve bunu, bunları seninle paylaşmak istediğimi çünkü yalnız senin anlayabileceğini düşündüm. Arkadaşlık derler mi buna, yada var mı başka bi adı bilmem. Sadece hayatımda yerinin değiştiğini ve hayatımda ÖNEMLİ bir yerin olması gerektiğini hissettim... Söylemek de isterdim ama söyleyemedim. Neydi beni tutan bilmem. Belki senin çevren, dostların, belki de benimkiler...

Herneyse ama söyleyemedim. Anlamanı bekledim. Anla, birşey söyleme, sorma ama anla istedim. Ne kadar olgunluk, erdem palavraları sıksam da her zaman hissettiğimin arkasında durmuyorum galiba... Sonuçta bugün burdasın, yanımda, önemli olan da bu zaten. Seni sevdiğimi de biliyorsun, seveceğimi de... Bugünlük bu kadar yeter heralde. K.İ.B.

(Umarım şu an mutlusundur.)

Sevil

...

Hiç yorum yok: