Çarşamba, Ekim 7

?


...

Çayın buğusu. O sokaklarda ne tarihler yaşandı. İnsanlar geçiyor. Hayatlar.

Geceleri uyandıran mutsuzluk. Damağında yara çıkıyor mutsuzluktan. Öyle boğucu bir halet ki, kararsızlıkların ve bunalmaların esaretinden çıkmış, kesif ve durgun ve yoğun; kıçıkırık sebeplerle açıklanamaz.

Ölüm yok, hastalık yok, felaket yok, acı yok. Bu bambaşka bir oluş. Anlık değil; süregelen, gelmiş, durmuş. Kendiliğinden.

Herşey kendi içinde daha önce hiç böylesini yaratmaya cesaret edemediğin yalnızlığında vuku buldu, buluyor. İnanç sancısı, hayat sancısı, depresyon, durgunluk... Hayır, hiçbiri değil.

Büyük lafların, yalan tövbelerin ötesinde, sözsüz içten gelen bir kararla uzaklaşılan bir hedonist hayat, bedenin temizlendikçe, ruhun temizlendikçe somutlaşan soğukluk gözlerine yayılıyor, hayat dolu bakan renkli gözlere eski senden sana miras kuru kahkahalarınla eşlik edemez oluyorsun.

Hayatın hiçbir arzına denk gelmiyor ne olduğunu bir türlü bilemediğin taleplerin. İşine, zamanına, kendine, herşeye bahane bulmaya başlıyorsun.

Ve sonra kabulleniyorsun.

Bu süreçten sıfıra yakın inançları ve bağlılıkları konusunda gönülden kararını vermiş biri olarak çıkmak harcın mı, yoksa bu kararsız ve inançsız; kararlı ve inançlı aşırı uçlar arası salınmaya meyyal halet kaderin mi...

Sözlerin üstünde, mana ve sezişlerle yolunu bulma, devrim evrim ikileminin ötesinde, sonradan yiyeceğin büyük laf ve/veya karar bozuntusu etmenin ardında, belki zamanla kendiliğinden, belki yine kendiliğinden ve birden, bir devrimci olur gibi evet, her yere çekebileceğin anlamlarıyla; gerçekleşecek veya gerçekleşmeyecek, belirsiz.

Belirsizliğin belirleyici olduğu bu süreç sanki iki yıldır "25!" diye özetlemekte olduğun zaman diliminin de bir özeti. Sonrası için bir önsöz.

Bu saçmalığa yada bu en önemli hayat aşamasına kılık biçmeye çalıştığın bu yazı da, fazlasıyla anlamsız haliyle.

Lakin insan, dünya, halklar, devlet, kapitalizm, sosyalizm, anarşizm, Allah, secde, hayat, amaç, kırgınlık, psikoloji ... düşünceler, hissedişler, arayışlar arasında geçen bir zaman zarfında, hiç "yazı gelmedi" yada gelen yazılar son yazdıklarım gibi işle ilgili çocuk mızmızlanmaları nevinden oldu. O nedenle yazıya dökmedim.

Artık içimden gelmeyen bu yazı ise, başka yazıların sözünü vermeyerek, ne oluyor bu kafası karışık çocuğa diye soranlar içindi. Kör karanlıkta küçük, kısık ve çukur gözleriyle kendini bulmaktan aciz bir çocuğu adam yerine koydunuz. Teşekkür anlamsız kalır.

Belki "Bana kalan, bu süreçten sızan kibir törpülemesi, tevazu, aileyi insan kalabalıklarından gerçekten ayırt ve gerçek yalnızlığın fark edilmesi gibi erdemler oldu, sonra aynı tas aynı hamam yarım oradan yarım buradan, şen şakrak ve depresif, isyankar ve vandal ve lafazan, aykırı ve aslında sıradan, nevi şahsına münhasıraltı, aynen devam," diyeceğim.

Ya da belki, "O anlar kendimi bulduğum anlardı," ...

ve işte sizler de bu anın önündeki müthiş fırsatın ve müthiş tehdidin şahitleri olun.

Sevgiyle.

...

7 yorum:

Ebru dedi ki...

resim ve anlatım harikalar yaratıyorken 'noluyor bakalııım' cümlesi kaldı dudağımda. Ne oluyor??

Shere Khan dedi ki...

bence anlatım resmin yanında sönük kalsa da, amacına ulaşmış olacak ki bu soruyu sordurtmuş sana...

ne oluyor sorusuna -kendime de- verecek bir cevabımın olmaması kendi içinde bir cevap olabilir mi?

belki kendimden yola çıkıp tutunamayanlar'ın tortusu selim'e bir selam göndermek istemişimdir, ha olric?

boşver bu laf kalabalığı bebeyi de, senin varlığının "iyi ki..." kapsamına girdiğini belirtmek isterim.

konur'a tunalı'ya yedi'ye falan selamımı iletir misin...

Ebru dedi ki...

elbette iletirim de Tunalıya pek gitmem. Ama konur'a Dost'a minik tabureil çay evlerine hatta gidiyor muydun bilmem mülkiyelilere selamlarını iletirim.
"ne oluyor sorusuna -kendime de- verecek bir cevabımın olmaması kendi içinde bir cevap olabilir mi?" belki de en güzel cevap en azından benim bildiğim en iyi cevap.

Shere Khan dedi ki...

o sokakları severim. kazandığım üç kuruşun yarısını dost'ta yedim ben:) mülkiyeliler'e hiç uğramadım ama belki sen tanıştırırsın. evet, dönmeyi düşünüyorum. kardeşim orada askerlik yapıyor. buradaki işten sıkıldım. iki tarafı birden idare etmek, ikili oynamak, birilerinin adamı olmak vs. benim karakterim değil. ben işimi iyi yaparım o kadar, gerisi skime kadar (kusura bakma biraz öfkeliyim)...

son birkaç hafta küçük çaplı bir durgunluğum oldu. burayı bırakmayı düşündüm. kardeşim bile sordu niye uzun zamandır yazmıyorsun diye:) meğer o da takip ediyormuş. bazen hep aynı şeyleri yazdığımı düşünüyorum. kardeşim de çok güzel bir eleştiri yaptı. çok bencil, kendini över, hatta reklamını yapar bir görüntü verdiğim kuşkusundaydım zaten, bunu duymuş da oldum. sen bu konuda ne düşünüyorsun?

insanlar kendinden bahsetmeden belli konularda uzmanlaşıp yazı yazıyorlar. suat abi, hasan, seviyesiz... maneviyat, siyaset, tarih; benim hiçbirinde uzmanlığım yok ki.

yorumunu alabilir miyim?

Ebru dedi ki...

Benim de hiçbirinde uzmanlığım yok. Afilli resimler çekecek makinam bile yok hatta şu sıra. Böyle olunca da yorum sayısına bakıyor ve zaman zaman canını sıkıyorsun. Çok takmıyorum açıkcası karşımda duvar var o halde yazarım bağırırım küfrederim ama duvar o yanıt veremez derim. Ha çok başarılı mıyım hayır.
Ben bencil olduğunu yani bu tadı hiç almadım yazılarında tam tersi ufaktan kendiyle dalga geçiyor oman hep beğendiğim şey oldu.
Reklam konusu yine aynı belki yapamadığın, yapamadığımız şey bu olsa gerek tam tersi.
Çok nadiren zaman bulabiliyorum her yazını okuyorum hemen hemen ama birkaç hamlede. Belki benim savunmam bu olabilir ama şunu da biliyorum paylaşım denen şey karşılığını bulsun istiyoruz öfkemize sevincimize ses verdiğimiz oranda ses eşlik etsin istiyoruz o da çok mümkün olmuyor. öyle çok blog var ki arada baktığım popüler içi bomboş. Sallllaaaaa ama burayı sallama emi.

Shere Khan dedi ki...

Bir itiraf : resim falan çektiğim yok! Google'da bok püsür aratıp yürütüyorum :)

Ebru dedi ki...

Afilli resimler sözüm sana değildi araklama biliyorum bunları:) Çok görüyorum bloglarda güzel resimler bomboş anlatımlar onu demiştim.