Çarşamba, Ekim 21

Ummadığın Taş...


...

"İşim (!) gereği" her hafta Samsun'dan Çorum'a gidip, bir gece kalıyorum.

Ne yalan söyleyeyim, doğma büyüme İstanbul'lu arkadaşın her sabah "Ulan bugün de Samsun'dayız hadi..." diye uyanması kabilinden, her Pazartesi Çorum'a giderken, Ronaldo'nun Fransa 98 finaline çıkışında belli ettiği hissiyat*la yola çıkıyorum.

Bu hafta çok acayip bir "şey"le karşılaştım, zaten görüp duruyordum, içeri girdim.

Bir cami, evet, tarihi bir cami.

Murad-ı Rabi Ulu Cami, 1306 yazıyor.

Bursa'daki ihtişamdan önce hayretin, hayranlığın dibine vuran, sonra saygı ve sevgiyle dolup taşan, en sonunda da karmakarışık bir halet-i ruhiye ve orada yaşama arzusu ile kalan ben, Çorum'dan böyle birşey beklemezdim.

Cumhuriyetin alelade bir taşra kenti olan Çorum'da, Hitit - leblebi falan muhabbeti bir yana, tek başına bu eser, gelinip ziyaret edilmeyi hak eder.

Avlusunda küçük havuzu, şadırvanı, gülleri, sarmaşıkları, asmaları, ağaçları ve banklar.

Sadeliğin ihtişamında bir yapı.

Ve Ulu Cami'de korumaya alınmış o muhteşem, o gizemli, o ölçüleri ve manaları halen çözülemeyen minber, burada aynen, caminin herhangi bir parçası gibi duruyor, bakıp, dokunup inceleyebiliyorsunuz.

Sanki atalarımız, bizler gibi camileri borç ötele ve git hesabı zevksiz mecburiyetler olarak değil, vakit geçirilecek, hayran olunacak, sanat, huzur ve sükut bulunacak çekim merkezleri nazarıyla yapmışlar.

Böyle bir miras gördüğümde, nerede olursa olsun, kafamdan, gönlümden pek çok şey çıkıp gidiyor, hayranlık ve şaşkınlık baki kalıyor.

İstanbul, Edirne, Bursa, Konya falan bir kenara, bu topraklarda ummadık taş bile baş yarıyor.

...
* O meşhur fotoğrafı bilirsiniz, sakat mıydı neydi, kolundan tutulup zorla okula götürülen isteksiz bir çocuk gibi çıktı maça, isteksiz işten de ne olacağı malum, e oldu da, 2 Zidane 1 Petit diyeyim ben.

Hiç yorum yok: