Çarşamba, Şubat 24

Adrenalin


Aslında "ilçe" başlıklı bişeyler herzeleyecektim, yaban gelen taşraların sertliği, yoksunluğu, yavanlığı içinden güzel insan suretleri, çay, içtenlik ve yalnızlık, kaldırımlar, parklar, kilometreler...

Yahut ummadığın taş baş yarar hesabı en bilinmez, dışarıdan en basit adamın içinden neler, ne tarihler, ne hikayeler çıkabileceği üzerine çıkarımlar, insan üzerine büyük laflar, hayat ıskalamalar, yutkunmalar, artılmalar, eksilmeler...

İkisi de vardı bugünümün içinde. Ancak yeni tanıştığım elemanla ilçe dönüşü yaptığımız bir muhabbet, bambaşka bir dünyanın içine soktu beni.

Depremle beraber çocukluğumdan kopup giden hayaller koleksiyonumun unutulmuş bir parçası, eski ve hüzünlü bir Yamaha kataloğu gibi, enerji ve melankoliyi birarada hayal edin.

Profesyonel yarışçıymış adam, toplulukları varmış, Kenan Sofuoğlu'nun falan da lafı geçti. Uzun muhabbet, bu tutkuyu en iyi yaşayan bilir.

Benim dikkatimi, muhabbetin yabancısı olmadığımdan keyifle dinlediğim kısımlar (tek teker, hararet, 300 km/s, virajlar, kalkış...) haricinde bir gözlem, daha doğrusu bir oluş çekti.

Motorcu arkadaşlardan biliyorum hastanelerde geçen zamanları, o kabullenişleri.

Bu adamlar ölümü en delikanlıca kabullenmiş adamlar, anlatışlarında, yaşayışlarında, hayatın bir gerçeği gibi, bir detay gibi ölüm. Saygıyla söylenip geçilen.

Bu kadar soğuklukla bu kadar hararetin, bu kadar milisaniyelik refleksle bu kadar yolculuğun, bu kadar heyecanla bu kadar tecrübenin buluştuğu başka bir tutku daha var mı, merak ettim bugün.

Ve bu tutku daha 26 yaşında bir velet olan benim için "içkiyi bırakmış olma" ukalalığım kabilinden, acaba ucundan kıyısından kaçırılmış bir hayal olarak mı kalacak, yoksa düşünmek için henüz çok erken olan geleceğimin vazgeçilmez manyaklığı mı olacak?

Ortası yok biliyorum.

...

Hiç yorum yok: