...
Canım kızım,
Şimdi eşek kadar bir ergen gerisi olsan da 13-14 yıl geriye gideceğiz ve ben 13-14 yaşlarında eşek kadar bir ergen gerisi olduğum demleri hatırlayacağım. Annemi "Sarışın mavi gözlü bir kız çocuğu doğurmadan gelme!" diye hastaneye yolladığım zamanlar.
Evet, sipariş üzerine doğdun sen. Kucağıma aldığım yüzü gözü şiş ve alabalık gibi ağzını açıp kapatan
muhteşem bir çaresizlikteki sana bakmış, önce bir mana verememiş, sonra sen o okyanus ışıkları saçan gözlerini açtığında gerçeği anlamıştım.
Seni çok sevecektim ben. Kızım diyeceğim bir kızkardeş verilmişti bana; bana, bize yeni bir hayat dünyaya gelmişti.
Depremi hatırlıyor musun bilmem, sonra ben hep ayrıydım sizden. "Yakışıklı abin" de ayrıldı sonradan ve emekli bir anne-babayla kaldın şimdi çocukluğun biterken.
Eminim stres yaşıyorsun, eminim lanet olası derslerden bunalıyorsun. Okulu dershanesi, seni bekleyen sınava sövüyorsun. Kazandığında ne olacak, Anadolu Lisesi çocuğu olacaksın. Eee? İyi bir üniversite kazanmak için. Neden? ...
Anlam verebiliyor musun? Hayır. Ailem böyle istiyor. O kadar.
Bazı şeyler o kadar erken anlaşılmıyor işte. Sen rsn'le benden farklı yazılmış bir kompozisyonsun. Ve miyendiz, yönetici, dohtur falan olmak zorunda da değilsin.
İlkokul velediyken ben, GW programlamak, dBase kataloğu yaratmak, Fono'dan İngiliççe öğrenmek, babamın miyendizlik kitaplarından formül ezberlemek gibi boklar yer, rsn de daha önlük giymemiş bebeyken, yazdığım kelimeleri kopya ederdi. Sokak çocukluğumuza ek olarak meraktan yaptığımız işlerdi bunlar. Karşılığını notlarda, sınavlarda gördüğümüz işler.
Sen şimdi romanlar okuyorsun ve senin yaşında senin kadar güzel konuşan çocuk tanımadım. Konuşmayı yeni söktüğün zamanlar bir telefonu cevaplayışına şahit olmuştum: "Bir notunuz varsa ileteyim?" falan şeklinde. Oha yani.
Demem o ki, lanet matematikten "full çıkarmak" mecburiyetinde değilsin. Seni notlarla, puanlarla ölçemezler. O kadar basit değil.
Sınav kazanmak zorunda da değilsin.
Ailen bunu istiyorsa, daha nezih bir ortamda lise öğrenimi görmen içindir. Zaten yeterince berbat olan şu ülke şartlarının en berbat sistemlerinden eğitim sistem(sizliğ)i içinde, bir yerlere gelmek için köprü hesabı bir zaman "dayı" demen için bu uğraşları.
Yoksa temel, esas çok daha başka. Çok daha ulvi.
Bu yaşta zor ama şunu düşünmeni isterdim, ne yaparsam mutlu olurum? Hangi meslek beni mutlu eder? Ve bunun için ne yapmalıyım...
Mutsuz bir kimya mühendisinden ziyade mutlu ve başarılı bir ressam kızkardeşten onur duyardım. Eh, çok da gerekli değil ama bunu bir Resim (her neyse) bölümü diplomasıyla süsleyebilirsin misal.
Amaç bu, yoksa ne Anadolu Lisesi cennet, ne boktan devlet üniversiteleri kutsal amaç. Araçtan öte bir bok değil sana bu ülkenin sağladığı / sağlayacağı imkanlar.
Birey olma yolunda kendi mesleğini edinip, kendi rotanı çizip, kendi hayatını yaşayacaksın.
Bütün bunları neden anlatıyorum?
O bahsettiğim çocuktan hayatın getirdiği kayıpları yaşayıp "düşmeyi" öğrenen, zamanla "tutunamayan" ve kaybetmenin tadını içselleştiren bir gence ve agresif/isyankar bir ergene evrilen şu velet, sonra uzun yıllar "geri almayı" düşlemiş, bunu kariyer hırsına tevil edip kendine yazık etmiştir. O zamanları geri alamayacağını anlaması için agresifliği, isyanı hırsa bağlayıp iş hayatının rezil stresinde kendini göstermesi gerekmiş, bunu "başarmış", o kayıpları hiç yaşamasaydı geleceği yere -hasbelkader- gelmiş, o okuyabileceği okullarda okumuş, "hayatın ondan aldığı" eğitim sürecini yaşamış adamlarla aynı yerlerde bulunmuş, şimdiyse kafasında bu düşünce yavaş yavaş evrilmeye başlamıştır. Hayır! İyi ki yaşamışım o kayıpları, beni ben yapan o kaybetme sürecini. Herşey mükemmel gitseydi ben, bu ben ol(a)mayacaktım. Ve şimdi fark ediyorum ki, o isyanın tortuları duruyor hala bilinç altımda, mesleğini iyi icra etmenin yanında, satıştan ve yöneticilikten kısmen tiksinmenin; şirketini sevmenin / sevdiğini düşünmenin yanında, sistemden içten içe nefret etmenin çelişkilerinin ve şu genç yaştaki stresin tahribatını tahmin edebilir misin? Boğaziçi'nde okusaydım da aynı yerlere gelecektim işte, geç olur erken olmazdı. Demek kendimi iyi tanımamışım, demek bilgisayar faresi, miyendiz, analist falan değilmişim. Demek insan odaklı tahammülkar oyuncu da değilmişim. Demek kitapların, tasarım ve yaratıcılığın içinde yaşamak isteyen bir melankolikmişim, yıllar sonra fark ettim bunu. Şimdi şu işi iyi yapmaya devam etmek mecburiyetinde bir zavallıyım. Başarıya mecbur olan. Keşke radyo programcısı, keşke yazar olsaydım diye gizli hayaller kurmaya devam edecek olan.
Meseleyi anladın mı? Kimse seni matematikten çaktın diye daha az sevecek değil.
Herkes senin sen olman derdinde,
seni belirlemeyen, senin belirlediğin iyi bir meslek fena olmaz. Sana yakışır.
Keyif al hayattan dünya güzeli!
Seviyorum seni.
***
Resim : 2-3 sene önce olmalı, Düzce'deki evde ders çalışıyor.